Sabah her zaman ki gibi alarmın sesiyle yataktan fırladım. Her sabah 06:00 da uyanmak bir ölümdü. Ama belki erken yatsam bu bir ölüm olmaktan çıkacaktı. Hemen okul kıyafetlerimi giydim. Pek okulun kıyafetlerine uyduğum söylenemez, daha doğrusu bir kaç kişi haricinde kimse uymuyordu. Çantam vs. derken babamın bırakmış olduğu harçlığı aldım. Bir hışınla evden çıktım. Kulaklığımı takip havanın kokusunu, esişini, eserken saçımı okşayışına kaptırdım. Otobüse binip müziğin sesini sonuna kadar açtım. Hayatımı gözümün onüne getiriyordum. Ne yapıyordum ben hep aynı şeyleri tekrarlıyordum kaç yıldır. Ev, okul, kütüphane üçü arasında mekik dokuyordum. Artık değişim istiyordum, küçük bir şey bile olsa istiyordum. Müziğin slovluğuyla göz kapaklarım ağırlaştı ve ben onlara hakim olamadan birden bire kapandılar. Etrafdaki sesleri duyuyordum ama uyuyordumda, insanların konuşması, hapşurmasını öksürmesini duyuyordum. Hoperlörde ki durakları söyleyen kadın sesini dahi duyuyordum. Bir anda müziğin değişmesiyle yerimden sıçradım. Ac dc black in black şarkısı birden beni rahatsız etmişti. İyiki de etmişti yoksa durağımı kaçıracaktım. Kadın "Gül Çıkmazı" dedi. Yayılmış olduğum sıcacık yaptığım koltuktan kayarak üzüntüyle ayrıldım. Otobüs yolculuklarına bayılıyordum ama tabi otobüste sayılı kişiler olursa, diğer türlü tam bir ayaklı işkenceydi.
Okula doğru yürümeye başladım. Durakla arasında beş dakika vardı. Okula giriş yaptığım an adımın seslendiğini duydum. "Ada!" sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştım. Arkadamı döndüğümde bana doğru sallana sallana gelen çocuk arkadaşımı gördüm. Aslında arkadaş kelimesi az kalırdı. Neredeyse her şeyi onla yapardık. Üzüntülerimizi birbirimizle paylaşırdık, sevdiğimiz çocuklara aynı anda mesaj atardık. Neden derseniz o beni gaza getiriyordu ben ise onu hadi ama kaybedecek neyin var atta kurtul, belki sonu çok iyi olacak, belki belki belki... Ama sonu hiç bir zaman iyi olmuyordu. Üzülen taraf biz oluyorduk ama bu üzüntü nasıl desem artık pek bir etki etmiyordu. Kısacası seviyorduk ama reddedildiğimiz için içimiz rahat etsin diye umursamayıp kendimizi kandırıyorduk desem yeridir. Sonra tabi kendimizi toparlama kısmı oluyordu. Bizi reddettiği için pişman etme kısmı. İşe yarıyordu da sonunda hep mesaj atan onlar oluyordu ama iş işten geçiyordu çünkü soğuyorduk, vazgeçiyorduk. Artık umrumuzda olmuyordu onlar. Soğumuş hiç bir şey tat vermez, dondurma hariç. Aslı, benim tabirimle Aslık ile her şeyimiz aynı sayılır yani onda ne varsa bende de ondan var diyebilirim. Çocukken ortamımız fenaydı. Öğlen 12'den gece 12' ye kadar hep birlikteydik. Ne zaman büyükdükte küçük dertleri bile kocamanlaştırdık.
Yanıma geldip öpüştük. Bana dün olanaları anlatmaya başladı hevesli hevesli, bir erkekle buluşmuştu. "Ada inanamayacaksın ama hayatımın senden sonra en en en harika zamanlarından üçüncüsüydü" diye söylediği an ona baktım. Oda nasıl bir cümle kurduğunu anlamış olmalıydı ki gülmeye başladık.
"Abartmaya gerek yok değil mi? Sonuçta onu il üçe aldığına şükretsin" bir kahkaha daha koptu. Biz bir bütündük. O beni anlar ben onu, onun bana söyleyeceklerini dile getirmeden anlardım.
"Yani, şimdi evet ama bunu onun bilmesi gerektiğini kim söyledi, belki evlendikten sonra üç çocuk yapmış vaziyette ki halimde söyleyebilirim," dedi. Lafına ben devam ettim.
"Çünkü biz kendimizi kolay satmayız değil mi, çak bi kusal beşlik" diyip elimi kaldırdım. Oda bana karşılık verdi.
"Aslında bir arkadaşı var. Bir zaman," ona ben böyle işlerden nefret ederim bakışı yaptım "çok çok gelecek zaman belki hani şey edebiliriz ne dersin. Bir kerecik dene belki seveceksin. Hadi nolur beni kırma" beni dürterek kabul ettirmeye çalışıyordu ama ben pek taviz vermedim. Çünkü sevmiyordum. Ayarlama işlerini ben gerçek aşk istiyordum. Birden karşıma çıksın reddecek zaman olmasın. Ona o an açık olayıp oda benim için yanıp kavrulsun istiyordum ama biliyorduk ki bü tür olaylar sadece masallarda olurdu, gerçek dünyada sadece acıdan ibaretti.