3.6

90 10 13
                                    

Minho

Yatağında oturup kitap okuyan Jisung'un kapısı açık odasına girdim. Aslında hayır, okumuyor ve beni kandırıyordu. Kitabı ters tutuşu bunun kanıtıydı.

Ucunda oturduğu yatakta yanına oturduğumda kitabı hızlıca kapatıp yanına bırakmıştı. Bir şey demeden onu izlemeye devam ettiğimde kaşlarını çattı. "Ne oldu?"

"Bir şey olmadı." dediğimde gözlerim dudaklarına kaymıştı ve bunu fark etmişti. "Neden öyle bakıyorsun?" diye sorduğunda gözlerime odaklanmakta zorluk çektiğini biliyordum.

"Nasıl bakıyorum?" Gözlerimi tekrar dudaklarına indirip gözlerine çıkardığımda yutkunduğunu görmüştüm. "Âşık gibi."

"Aşığım zaten." dediğimde zaten bildiği bir gerçeği tekrar öğrenmenin şaşkınlığıyla dudaklarını araladı, ardından kapattı. Bana cevabını kelimelerle vermemeyi seçmemiş olacak ki biraz daha kayıp bacaklarımızın birbirine değmesini sağladı. "Aşık mısın?" dediğinde sanki bir büyüdeymiş gibi yüzünü yüzüme yaklaştırmaya başlamıştı. Kucağındaki elini tutup kalbime bastırdığımda ben de yüzümü ona yaklaştırmıştım biraz. Kalbimin hızlı atışlarını avuç içinde hissettiğinde kendini tutamayıp gülümsedi.
"Aşığım Han Jisung. Seni çok seviyorum."

"Sana aşığım Lee Minho. Kalbim kimi seveceğini bana sorsa kuşkusuz onu çıkarıp seninkinin yanına koyacak kadar çok seviyorum seni." Bunlar, nefesleri birbirine çarpacak kadar yakın olan dudaklarımızı birleştirmeden önce söylediği son sözlerdi.

Ben onun alt dudağını emerken onun elleri saçlarıma karışmıştı. Aklımda, kalbimde, bedenimde, ruhumda, hayatımda, geçmişimde, şimdimde ve umarım geleceğimde; her şeyimde Han Jisung vardı. Her şeyim o oluyordu ve bu minnettar olabileceğim bir şeydi.

Kısa süre sonra nefes nefese ayrıldığımızda Jisung'un dudaklarındaki durduramadığı gülümseme benim de tebessüm etmeme neden olmuştu. Dudaklarımız tekrar birleşirken bu sefer az öncekinden daha yumuşaktık birbirimize, sanki sevgimiz naif bir şeymiş de istemeden kırabilecekmiş gibiydi dudaklarımızın dansı.

"Jisung, neredesin oğlum?" Jisung'un annesinin sesi hızla birbirimizden ayrılmamıza neden olurken gözlerimizi kocaman açmamıza neden olmuştu. Jisung'un dudakları kıpkırmızıydı, benimkilerin de öyle olduğunu biliyordum ve annesinin bizi bu halde görmesi bir şeyleri anlamasına neden olabilirdi. Kapının önünde adım sesleri duyar duymaz kalkıp Jisung'un odasından balkona açılan kapıdan kendimi dışarı attım ve duvarın arkasına saklandım.

Zamanlamam iyiydi, annesi içeri girince Jisung ile konuşmaya başlamışlardı. "Anne, neden erken geldin?" Gerginlikten ölmesem Jisung'un titreyen sesine kahkalarla gülerdim sanırım.

"Ne demek neden erken geldin? Oğlumu özleyip eve gelmiş olamaz mıyım yani ben? Sen beni sevmiyor musun Jisung? Dudaklarına noldu ayrıca senin, kıpkırmızılar?"

"Yok anne, öyle demek istemedim. Seviyorum tabii ki. Merak ettim sadece." Jisung son soruyu geçiştirirken sırtımı yasladığım duvarda aşağı kayarak yere oturmak istemiştim ama elimin masadaki saksıya çarpıp yere düşünmesini beklemiyordum.

"O ses neydi?" Annesi telaşla konuşurken elime küfürler etmekle meşguldüm, yataktan anladığım sesle Jisung da ayağa kalkmıştı. "Kuştur annem, ne olacak? Yorgunsundur sen, gel ben sana kahve yapayım." Annesi balkona çıkmak için ısrar etse de Jisung ısmarlarla onu odadan çıkarmayı başarmıştı. Annesinden duyduğum son sözler "Gören de sevgilini yatağa attın da onu gizliyorsun sanar." olmuştu.

Yoğurtlu Pilav ★ SKZ x TXT ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin