"Cezaevinde herkesin korktuğu bir adamı tanıdım. Ondan bahsederken, "Ruh hastası," lakabını kullanıyorlardı. Bu lakap hem gardiyanlar hem de mahkumlar tarafından kullanılıyordu. Adını söyleyemezlerdi. Ruh hastası, özellikle ismini mahkumların ağzından duyduğunda çok kızıyormuş. Mahkumlar, hücrede yalnız kaldıklarında bile onun adını söylemekten çekinirlerdi. Sanki sürekli dinleniyormuş gibi hissederlerdi. Onların korkularını mazur gör, sevgili okur.
Özellikle siyasi mahkumlarla dolu bir cezaevi, gardiyanlar ve hükümet tarafından korkutulmuş yetişkin erkeklerle doludur. Onlar katiller veya tecavüzcüler gibi arsız değillerdir. Ne yaptıklarının farkına varmaları uzun zamanlarını alır. Düşünce suçundan ötürü içeri girdiklerinde anadillerini unutmuş gibi bocalamaya başlarlar. Ne konuşacaklarını ne yazacaklarını bilemezler. Birinin ellerini bağlamak ile ağzını kapatmak arasında ciddi bir fark vardır. Siyasi mahkumlar, ağzı kapatılanların arasındadırlar. Keşke ellerimiz, kollarımız, bacaklarımız bağlansaydı, diye düşünürler.
Ruh hastası denilen gardiyan, bu mahkumları en çok korkutan adamdı. Kemerinde anahtar halkasıyla dolaşır, her kapıyı istediği gibi açar, soğuk bakışlarıyla mahkumları huzursuz ederdi...
Diğer mahkumlara nasıl söyleyeceğimi bilemedim ama o gardiyan bana hep farklı baktı.
Sanki eski bir tanıdığını görmüş gibi şefkatle ve özlemle baktı. Gözlerimin içine bakarken kimi görüyordu acaba? Hangi hatırayı bende yaşatıyordu?"
-Taş Duvarlardan İçeri Yıldızlar Giremez, sayfa 12
2. Bölüm: Sosyalist Manifesto
Akşam vakti avludaki, kütüphanedeki ve çalışma odalarındaki mahkûmlar, gardiyanlar eşliğinde teker teker hücrelerinin bulunduğu kata çıkarılıyordu. Gardiyanlar en son kantine inerek son kontrolleri yaparlardı. Özellikle iri mahkumlara yemekhaneden çıkan yemek yetmezdi bu yüzden mahkûmlar, hücrelerine dönmeden önce kantinden biraz yiyecek alabilirlerdi.
Hücreye hapsolduktan sonra önlerinde geçirecekleri upuzun saatler vardı. Hücre arkadaşı olanlar nispeten şanslı sayılırdı, en azından konuşacak birileri vardı. Ancak hücrede tek başına kalmaya mahkûm edilenler, genellikle en şanssız olanlardı. Saatlerce yalnız kalan bir insan, zihninin derinliklerine dalar ve düşüncelerinin ağırlığı altında ezilirdi; bu düşünceler bir noktada insanı çıldırtacak kadar yoğunlaşabilirdi.
İnsanın kendi kendini uzun süre dinlemesinden daha korkunç bir şey yoktu. Bunu da en iyi hücrede tek kalan mahkumlar bilirlerdi.
"Beş dakika içinde hücreye girmeyen herkes disiplin cezası alacak!" Uzun boylu gardiyan. Kalın dudaklarını ne zaman aralasa mahkumlara bağırıyordu. Koridorun tam ortasında duruyordu. Ona çok yakın yürüyen olursa eliyle enselerini kavrıyor ve öne doğru itiyordu. Kimse de ona bir şey diyemiyordu. "Acele edin! Sallanmayın!"
Mahkumlar koridora girmeden önce merdivenin önünde bekleyen bir başka gardiyana isimlerini ve numaralarını söylüyorlardı. Gardiyan, doktor yazısına benzeyen özensiz bir yazıyla hızlı hızlı not alıyor, mahkumların koridora teker teker geçmesine izin veriyordu.
"Taehyung nerede?" diye sordu Jungkook.
Sırada bekleyen birkaç kişi Jungkook'a hayretle baktılar. Yanlış duyduklarını düşündüler. Belki de Taehyung isminde bir mahkum vardı ve bu yerini bilmeyen herif, o mahkumdan bahsediyordu. Her türlü olasılık, baş gardiyanın adını hiçbir saygı eki getirmeden ağzından çıkarmasından çok daha iyiydi.
Namjoon hızla Jungkook'un ağzını kapattı. Boştaki eliyle de kendi dudaklarının üzerine işaret parmağını bastırdı. "Sus! Seni daha kaç kere uyarmam lazım?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kletka | Taekook
FanfictionSosyalist Gazeteci Jeon Jungkook, Güney Kore'deki askeri darbe haberini aldıktan sonra Sovyetler Birliği'nden kaçarak anavatanına geri döner. Güney Kore artık hatırladığı gibi değildir. Sıkıyönetim altındaki halk ile askerler arasında amansız bir ça...