***
Pazar sabahı, farkını ortaya koymayarak diğer günlere özenmişti. Çoğunlukla uykusuz geçen bir gecenin ardından, pencereye vuran kuş cıvıltısı ve güneş; Sefa'yı uykusundan uyandırmıştı.
Dün art arda yaşanan trajediden sonra akşam yemeğine bile katılmamış, kalacağı odaya kendini hapsetmişti. Burda geçirdiği ilk gün, çoğu ön düşüncelerini haklı çıkartmıştı. İç çekerek bulutların üzerindeymiş gibi bir uyku çekmesine sebebiyet veren yataktan kalktı. Banyoya gitmeden önce buranın manzarasının gün ayarken nasıl göründüğünü merak ederek İtalyan balkona açılan sürgülü camı açtı.
Tertemiz hava suratına vurduğunda zihninin açıldığını hissetti. Korkuluklara yaslanarak bir süre etrafı süzdü. Sabah güneşine gözlerini kısarak baktı. Güneş, nefrete benziyordu. Tıpkı onun gibi ölümcül, aynı zamanda hayatta kalabilmemiz için elzemdi. Kör edebileceği gibi yaşamaya devam etmemizi de sağlardı.
Ne denirdi? Nefret, insanı sevgiden daha fazla motive eder. Sevgi doyum ve huzurdu, hırsın bahsi bile geçmezdi. Mutlu insanlar, hırslı olmazdı. Fakat nefret dolu insanlar hep açtı.
Sefa'nın bakışları en sonunda karşısında kalan beyaz evi bulduğunda olduğu yerde huzursuzca kıpırdandı.
Kendisine benzer mimariye sahip evdeki farklardan biri balkonun daha geniş olmasıydı. Bu sayede kapıları açık odanın içi neredeyse olduğu gibi görünüyordu.
Sefa yüzüstü yatağa yatmış bedenin sahibini farklı tonların seçildiği sarı saçlardan tanımıştı. Sadece boxerla uyuduğu yetmiyormuş gibi gösteri sergiliyormuşçasına camını ardına kadar açmıştı.
Daha gözünü açmasının üzerinden yarım saat geçmemişti ki huzuruna kastı olan kaderi ilk siftahını yapmıştı.
Bozulan sinirleriyle camı sertçe kapatarak balkondan ayrıldı. Odasında bulunan banyoya girip dişini fırçalarken kısa bir duş almanın iyi olacağına karar verdi. Duşun ardından hazırlanıp odadan çıktı.
Hiç acele etmeden, evin sabah ne kadar canlı göründüğünün tadını çıkara çıkara mutfağa doğru yürüdü. Mutfak kapısından içeri girdiğinde Semiha Hanım'ı ocağın başında buldu.
Kadın kendisini fark etmiş olacak ki kenarları fırfırlı önlüğüyle gülümseyerek arkasını döndü."Günaydın oğlum. Kahveyi yeni demledim Faruk Bey için, sen de içer misin?"
Sabah uyanır uyanmaz kahve içen insanlardan değildi bu yüzden kadının teklifini reddetti.
"Yok, sağ ol abla."Kadın neyse ki dünkü gibi korkunç bakmıyordu.
Mutfak adasının üstünde biblo gibi duran renkli meyve kasesini, yemek masasına götürülecek olan kahvaltılıkları ve taze olduğu belli börekleri süzerken sordu. "Yardım lazım mı?""Aa hayır yavrum, ben hallederim. Sen açsındır bir şeyler atıştır, poğaçaları yeni yaptım bak."
Sefa onu dinlemeden, arkasından söylenen kadın eşliğinde kahvaltıyı hazırlamasına yardım etti. Elindeki peynir tabağıyla arkasını dönmüştü ki Faruk Bey ile yüz yüze geldi.
Faruk Bey çatık kaşlarla Sefa'nın elindekilere bakarken "Ne zamandan beri yardım etmemize izin veriyorsun?" diye sordu.
Semiha Hanım hayıflanarak sitem etti.
"İşin ucundan tutmayı teklif etti, o kadar inatçı ki söz geçiremedim."Faruk Bey'in ağzının kenarı duyduklarıyla yukarı doğru kıvrılırken kahve bardağını kavradı.
"Bunu en iyi ben bilirim sanırım."