9 2 0
                                    

Oy vermeyi unutmayın!!
Keyifli okumalar dilerim🫶🏻
instegram-fxbiante
tumblr-livsanrio
Bölüm şarkısı, Let Me Die,The night we met
Bu bölüm için iki ayrı şarkı-

🌙

Hayatta hepimiz zorluklar atlatmışızdır.
Ve o zorlukta sığınacak bir ev, liman ararız. Bende aradım zamanında,her defasında sonucu hayal kırıklığı ile bitti.
Şimdi büyüdüm ve sorunlarımı kendi başıma halletmeyi öğrendim. Buna mecburdum.
Yanımda bir aile, arkadaş,sevgili ya da kardeşim diyecek insanlar yoktu. Kendime iyi bakmazsam kimse bana iyi bakmazdı.
Kendi kendimi büyüttüm yıllarca,en çok kendime zaman ayırdım. Kendimle arkadaş oldum,neleri sevip sevmediğimi öğrendim.
Arkadaş edinmedim, çünkü insalara göre ben Fazla asosyal birisiydim.

Hiçbir zaman asosyal birisi olmadım,sadece kitapların beni iyileştirdiğini düşündüm.-Hâla düşünüyorum- insanlar beni yaralarken, kitaplarım yara bandıydı.
Onların yapmacık konuşmalarına katılmak yerine, günlüğüm ile dertleşmeyi seviyordum.
Sahte ve yapmacık insanları oldum olası sevmedim.
Gerçi kim sever ki?
Tâbiki de Babam.

"Aslında annenle yaşadıklarımız, zamanında birikmiş şimdi ise atlatamadığımız bir sürü şey. Ama her ne olursa olsun,senin için değişen bir şey olmamalı. Artık bunları düşünmemen konusunda anlaşmamız gerek"
İçimdekileri ona anlatmayacaktım. Anlamayacaktı babam nasıl olsa, bunların hepsi benim şımarıklığımdandı.
Öyle derdi Jeon chul bey. Kendini benim yerime koyarak bir saniye bile düşünmemişti belli ki. Bu düşünceyi yapmacık bir gülümseme ile karşıladıktan sonra yatağımdan kalktım.
"Haklısın tabi, düşünmem gereken yeni bir okulum,yeni bir çevrem var. Gerisi beni hiç ilgilendirmiyor ne de olsa. Senmiş,annemmiş...Hadi,şimdi kahvaltıya geçelim babacığım."
Babam üstüne bir laf daha edemeden odamdan çıktı. Peşinden giderken yeni bir günün,bana yeni bir tabakta başka neler sunabileceğini düşünüyordum.
Kalbimin gürültüsü eşliğinde adeta merdivenin orada bulunmasına sitem eder gibi kat ettiğim basamaklar,bugün daha uzun gözükmüştü gözüme.
Parmaklarımı üzerinde varla yok arası dokundurarak ilerlediğim son basamaktan sonra karşıma çıkan görüntüye alışık olduğum söylenemezdi.
Babamın yerleştiği sandalyenin yanında durmuş, çayını dolduran yardımcımız Anna hanım,-Avusturya göçmeni ve uzun zamandır bizimle- duraksadığımı anlamış olmalı ki,bana kısa süreli bakış attı. Yeniden işine döndüğünde, "Annem çıktı mı?" diye sordum,her ikisinide hedef alarak.
Babam sorumu duymazdan gelerek eliyle karşısındaki sandalyeyi işaret etti. "Gel de kahvaltını et. Geç kalacaksın."
Oysa Annem ne olursa olsun ya da ne yaparsam yapayım beni öpmeden gitmezdi. Bıkkınlıkla aldığım nefesi geri verirken olduğum yerden biraz olsun kıpırdamadım. "Evet, geç kalacağım. Çıkmam gerek." Derken çoktan merdivenlere yönelmiştim.
"Boşuna gezinme. Annen dün gece çıktı,sabah değil. Ofisinde yapması gereken işleri varmış."
Çok önemsiz birşeyden bahseder gibiydi sesi. Ona dönüp yüzüne bakmadan edemedim. Fincanındaki çayı yudumlarken gözleri elindeki iş evraklarındaydı.
Cevap vermediğimi görünce, gözlerini bana doğru çevirdi. -Bıkkın bir ifadesi vardı-
Dikkatlice fincanı tabağına koyarken,"Öğrendin işte. Şimdi buraya gel ve kahvaltını yap. Sağlıklı beslenmeni istiyorum,okuldaki tostlarla değil." dedi,keskin ve emir dolu bir sesle.
"Sanırım aç değilim."
Beni düşünüyormuş gibi yapmasını istemiyordum. Başka bir emre izin vermeden merdivenleri tek tek ve hızlı bir şekilde çıktım. Odama ulaşır ulaşmaz hazırladığım çantamı omuzuma geçirdim ve beni bir haftadır evden okula,okuldan eve götüren şoförümüzün yanında soluğu aldım. Bu şehri bilmediğimi imâ eden babam,benim için bir şoför tutmuştu.
Ona göre kaybolup başına bir bela almamam olmasıydı.
Ben yıllardır tanıdığım ya da tanıdığımı düşündüğüm insanların kişiliği arasında sıkışıp kaybolurken,bir şehirde kaybolmak korkutucu değildi.
Şoförümüz,beni üniversitenin; yeşilin hâkimiyeti altına çökmüş kampüsün önüne getirdiğinde arabadan bir müddet çıkmadım. Aynadan ona çevirdiğim bakışlarıma karşılık diyeceklerime dikkat kesilmesini sağlarken bir anda,"Çıkışa gelmenize gerek yok. Ben kendim gelebilirim" dedim. İtiraza kendimi hazırlarken hareketlerim hiç aceleci değildi. Kesin bir cevap olmasını umuyordum.
"Ama Chul Bey'in emri bu Jungkook Bey. Son derse girmeden önce bana bildirirseniz çıkışa yetişebilirim"
Kafasını bana çevirdiğinde yüzündeki mahcubiyet artmış görünüyordu. Oturduğum koltukta hafifçe kıpırdanıp kapıyı açmak için hamle yapmadan önce,"Ama ben de size gelmenize gerek yok dedim. Bir haftada buraları epey çözdüm. Ben babama haber veririm,İyi günler."
Diye sıraladım adama,Adeta kaçar gibi çıktığım aracın yoldan ayrılmadığını attığım birkaç adım sonra anlamıştım. Patronuna bu konuyu bildiriyor olmalıydı. Bunu umursamadan ön bahçeye ilerledim.
Sınıf arkadaşım Jimin ile belirli aralıklarla yerleştirilmiş çardaklara ya da kütüphanede takılmayı tercih ediyorduk. Yanımda olmasını sevdiğim nadir birisiydi, Arkadaş... Hayatıma damdan düşer gibi girmiş, bende yabanileşmiş olan bu kelimeye alışmaya çalışıyordum.
Bunca zamana kadar bir arkadaşım(?) olmamıştı. -Taehyung dışında- ve biraz garipsiyordum.
Jimin garip birisiydi ama aynı zamanda kafa dengi.

Bana en yakın boş çardağın birine yerleştiğimde,bir kaç gün önce Jimin ile bahçede ağlarken tanıştığımız kızı, birkaç kız arkadaşıyla gülüşerek sohbet ederken gördüm.
O gün,birilerine ihtiyaç duyduğu açıktı. Şimdi yanlarında oturduğu kızların hiçbiri yoktu. Yalnızdı. Neler olduğunu anlatacak kadar tanımıyorduk birbirimizi ama karşımda ağlayan birine sorulacak o,"Neler oldu?" sorusunu sormamıştım. Anlatmıyacağını tahmin ettiğimden değildi bu,sadece gözlerindeki pişmanlığı okumuştum.

"Hey!" bu sesi tanıyordum. Jimin beni önümdeki görüntüden çekip alacak potansiyele sahip sesiyle yanı başımda duruyordu.
"Günaydın. Ne zamandır buradasın?"
Yanıma çöktü. "Gelirken seni gördüm. Ben de geleli fazla olmadı" jimin arkasına yaslanıp benim yaptığım gibi karşımızdaki kız grubuna dikkatli baktığını gördüğümde,"Geçen günkü kız" diye hatırlattım. "Neydi adı?"
"Yuna, sanırım böyleydi." bir süre bu söylediğini düşünür gibi parmaklarıyla alnına vurdu. "Evet ya, sanırım değil öyle."
Kıza dikkatlice baktım yeniden. Uzun kahverengi saçlarını açık bırakmıştı,yüzüne türlü türlü malzemeler sürenlerden değildi. İri, Kehribar rengini arındıran gözleriyle doğal ama dikkat çekici ve yanındaki kız grubuna bakılırsa popüler bir tipti.
"Seminer tarzı birşey varmış duydun mu? Sen onu söyle" başımı jimine çevirdim. Yine aklımı dağıtmayı başarmıştı. Dudaklarımı bilmiyorum der gibi bükerken bedenini bana yaklaştırıp omzuyla omzuma dokundu. "Yine en taze haberler bende yani"
Deli dolu hallerine gülümsemeden edemedim. "Kalk o hâlde,geç kalmayalım"
Jimin ile istemeyerek de olsa çıktığımız bahçeyi seyreden,uzun ince ana binaya girdiğimizde tam olarak ne tarafa gideceğimiz konusunda en Ufak fikre sahip değildim. Genelde neyin nerede olduğunu bilmede geri kalan taraf ben olurdum. Ama jimin yanımdaysa, şu kocaman okulda kaybolmayacağımı biliyordum.-Jimine güveniyordum- Üçüncü kata çıktığımızda koridordaki insan sayısının da en aza inmiş olduğunu fark etmek pek bir zaman almamıştı. Bu durumda bu katta gerçekleşecek olan seminere - ya da adı her ne sikimse- veriyordum. Omzumdaki çantayı yukarı doğru biraz daha çekiştirdikten sonra ayakkabılarımın parlak zeminde bıraktığı ses eşliğinde yükselen incecik bir ses, koridoru boylu boyunca doldurmaya yetmişti.
“Acaba hoca girmişmidir?” yandan bir bakış attım ona. “Girmişse ne olacak?”
“Girmeyiz biz de” diye bir öneride bulundu hemen. “Sanki çok gerekli”
Benden biraz kısa,açık sarı saçlarını hafif dalgalandırarak Eliyle bozan yeni arkadaşıma, saçmaladığını belli eden boş bir ifadeyle baktım.
Başımı koridorun sonundaki kapası kapalı solana çevirdiğimde kısa süreli bir tereddüt yaşasam da Jimin’in kolundan tutup peşimden gelmesini sağladım.
“Bi’de iyi tarafından bak,Jimin. Bir haftadır
girdiğimiz birbirinden ağır derslerden biri değil. Beyaz saçlı ve gözlüklü hocalardan biri gelir, konuşur konuşur ve biter. Bu kadar ”
Dudakları yukarı doğru kıvrılırken kolunu elimden kurtarıp durdu. “Yine de... Girmemiş olmasını umuyorum” dedi tüm inatçılığıyla.  Böyle bir dersin olup olmadığını bile bilmiyordum. Ne kadar zor olabilirdi ki?
Tekrar kapısı kapalı salona ilerlemeye başlamadan önce yanımızdan elindeki diz üstü bilgisayar çantasıyla geçen çocuğa takıldı gözlerim. Kendinden emin adımları dikkatimin her bir zerresini ele geçirmiş gibiydi. Bizim birkaç adım önümüzde durdu ve başını bize doğru çevirdi. -Kediyi andıran suratı ile yakışıklıydı-
Jimin’den sonra yavaşça benimle çarpıştı gözleri. Ne kadar şekilde kaldım bilmiyorum ama eliyle salonu gösterip,“Bilginiz olsun diye söylüyorum. Hoca henüz girmedi çocuklar” dediğinde ikimizde afallamıştık. -Bahse girerim ki jimin utançtan yok olmak istiyordu-
Konuştuklarımızı duymuş muydu? Pekâlâ,fazla gürültü yapıyorduk!

Jimin ile aramızda kısa süreli bir bakışma geçerken diğer yandan rahat bir nefes alırken yakalamıştım onu. Önümüzden hızlı adımlarla salona ulaşan genç adamın kapıyı açıp içeri girmeden hemen önce arkasını dönüp,“Hızlanın, hocayı bekletmeyelim.” dediğini zar zor duymuştum.
                                          🌙
Tamam bu kadar yeterli,1264 kelime yazdım!!
Gelecek bölüm kaldığım yerden devam ederim, şuan ellerimi hissetmiyorum çünkü.
Takip etmeyi ve oy vermeyi unutmayın lütfen!
-Kontrol etmeden yayınladım umarım düzgündür-

Aslında Bir arkadaş eklemeyi düşünmüyordum fakat,her insanın salak ve komik bir arkadaşa ihtiyacı vardır.
Jimin bu durumu üstlendi 🙏🏻
Sizce Şu “Hoca” kim?? :D
Bu arada yuna,idol olan değil.
                                                            Sevgilerle M-

Camelia-TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin