Jungkook'a bir keresinde çiçekleriniz çıktığında bana karşı merakın kalmayacak, ruh eşini bulduğunda dünyan ondan ibaret olacak demiştim. Devamında ona yazamadığım şeyler de olmuştu. Beni unutacaksın, ondan ibaret olacaksın, her şeyden soyutlanacak bir tek onun yanında ve aklında olacaksın. O da beni onaylamıştı.
Çünkü ruh eşimi bulduğumda dünyamda ondan başkası olmayacak.
O anın ve o karanlık günlerin ardından geçen tüm zamanları gözden geçirdiğimde öyle olduğunu anlamıştım. Bir tek onun için de geçerli olmamıştı bu. Bende soyutlanmıştım her şeyden. Herkesten. Aklımda hep onun varlığı vardı. Her düşüncem ondan ibaretti. Ne zaman uzak kalsak tek düşündüğüm sadece oydu.
Alfa kurdu geri döndüğünde ve tamamen kavuştuğumuzda olan buydu.
Kafamın içinde onu düşünmekten başka şeyleri düşünmeye fırsat bulamazdım. Bulduğum anlar ise sınırlıydı çünkü onu düşünmeden geçirdiğim her saniye boşa gidiyormuş gibiydi.
Geçmişimi, yaşadıklarımı bir rüyadan ibaret saymıştım. Annemin beni dayımın kapısının önüne bırakıp gitmesinin nedenini aramamıştım. Nerede olabilir diye sormamıştım. Dayımdan bana karşı neden bir sokak çocuğuymuşum gibi davrandığına dair tek bir bilgi alamamıştım. Neden ben diye sormamıştım.
Sonra da bunlardan bile soyutlanmıştım.
Jungkook gelmiş ve beni baştan yaratmıştı.
Meryem'in oğlu olmuştum sanki. Tek bir ebeveynden ibarettim ve tek amacım Jungkook'a tapınmaktı sanki.
Mühürlü eşimi bir sıcaklık gibi göğsümde hissediyordum. Kurdu kurdumun içinde o benim içimdeydi. Aldığı nefesin derinliğine kadar her şeyini biliyordum. Gelen uykusunu, kaçan uykularını, yükseldiğinde ateşini, üşüdüğünde teninin derecesini.
Ve mide bulantısını.
Mide bulantısını?
O garip hissiyatı algıladığımda karşımda bana bilgi veren korumayı umursamadım. Elim aniden cebimdeki telefona gitti ve hemen ekranı açtım. Gittikçe yoğunlaşan his bende kötü duygular barındırmaya başladığı anda ise aniden kesildi. Jungkook'u aramak için açtığım ekrana bir süre bakakaldım. Nedenini anlayamadım aniden bastıran ve aniden kaybolan bulantının. Bunu karşımdaki korumayı gönderip bizzat eşime sormak için başımı ekrandan kaldırdım fakat ben daha ağzımı açıp tek kelime edemeden telefonumdan bildirim sesi yükseldi. Açık duran ekranla ise eşimin attığı mesaj ben daha okumadan görüldü oldu.
Sonra gözlerimi mesaja çevirdim.
Taehyung, demişti sevgilim. Kapıda tanımadığım iki kadın var. Bana seni soruyor.
Çatılan kaşlarımla o an çok beklemeden aradım eşimi. Sesi dümdüz gelirken hislerini takip ederek bir sorun olup olmadığını da algılamaya çalıştım.
"Bebeğim?" dememin ardından "Taehyung, mesajımı gördün değil mi?" diye sordu. Onu onaylarken "Sana haber vereceğimi söyleyerek biraz beklemelerini söyledim onlara. Bahçedeler şu an. Gelebilecek misin?" dedi.
"Sen kapıyı kapat ve daha fazla ilgilenme onlarla. Sadece yolda olduğumu ve ben gelene kadar beklemelerini söyle. "
Tamam, dedikten sonra kapatmak üzereyken durdurdum eşimi. "Jungkook'um kendine dikkat et. Çabucak geleceğim."
"Edeceğim. Sen de dikkatli gel Taehyung."
Merakımı bastıracak bir gülümsemeyle telefonu kapattım. Yine de acele ederek işlerimi Yoongi'ye devredip çıktım yola. Gidene kadar da herhangi bir duygu değişimini takip ettim eşimin. İlk andaki bulantı hissi kaybolmuştu fakat garip bir huzursuzluk ve ağırlık vardı üzerinde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Shot Glass Of Tears - taekook
Fanfictionbu ışıkların altında, yemin ederim, körüm bu ışıkların altında, yemin ederim, benimsin /texting/