"tutuşacağımı bile bile
ateşe uzandım."
hilal.
kapım çalmıştı.
gecenin kaçı olduğunu bilmiyordum. önümdeki yetiştirmem gereken yazıya o kadar düşmüştüm ki... bugün yaptığım kurabiyelerden birine daha uzandığım sırada ayağa kalkarak saate baktım. 00.12 teknik olarak dün yaptığım kurabiyelerdi.
esneyerek kapıya ilerledim. dürbünden baktığımda sabırsızca yerinde kıpırdanan o sarışını gördüm: barış alper yılmaz. gecenin on ikisinde kapıma dikilecek kadar ne yaşamış olabilirdi?
kapıyı açtığımda, "barış?" dedim sorarcasına. kaşlarımı çatmıştım. yüz hatları mahcubiyetle kıvrılırken eli ensesine gitti ve orada oyalandı. "ışıklarının yandığını gördüm balkondan... müsait miydin?"
olumlu anlamda başımı salladım. "müsaidim, yazıları yetiştirmeye çalışıyordum. noldu?"
güldü. "senin bana kurabiye sözün vardı."
bu sefer ben de güldüm. evimden kaçta gitmişti bilmiyordum ama görünüşe göre gecenin saatlerine kadar dışarıda kalmıştı.
içeri girmesi için hafifçe kenara çekilirken, "işin uzundu sanırım," dedim. merak ediyordum ama dalgaya alırcasına sormuştum sorumu. onu umursadığımı düşünsün istemiyordum.
kimi kandırıyordum ki?
onu umursadığımı düşünmek istemiyordum çünkü onu umursuyordum.
düşüncelerimden hızlıca kurtuldum; bunun nedeni ise barış alper'in içeri girerken şortumun açık bıraktığı tenime yavaşça elini sürtmesiydi.
dudaklarımı birbirine bastırdım. mideme saçma sapan bir kramp mı girmişti yoksa bana mı öyle geliyordu?
"mutfağa mı geçeyim salona mı?"
"takıl kafana göre." kapıyı kapatıp arkasından ilerlediğimde bana doğru dönüp sırıttı. "takıl kafana göre demeler..." tek gözünü kırptı. "yakınlaştık mı o kadar?"
onu dalgaya alıyormuşçasına dudaklarımı birbirine bastırıp aşağı yukarı salladım başımı. "gecenin on ikisinde kapıma bir kurabiye için dayanırken sorun olmuyor da ben takıl kafana göre diyerek durumu kabullendiğimde mi oluyor?"
hafif ciddileşerek, "rahatsız ettiysem gidebilirim," dedi. ardından cevabımı beklemeden salonun kapısına ilerledi. kolundan tuttum ve gitmesini engelledim. bile isteye durduğunu biliyordum çünkü istese peşinden beni sürüklerdi; öyle bir fiziği vardı.
bana doğru döndüğünde, "kendini acındırma barış," dedim. "girdin zaten içeri."
sırıttı. "tüh... işe yaramadı mı?"
iki yana salladım başımı. "tüh... senin numaraların sadece sana hayran olanlarda iş görür."
güldü.
ama öyle bir güldü ki...
kalbimin hızlandığını hissettim. vücudu düz bir hal aldı, bana doğru yaklaştı. kalbimin atışını duyuyor muydu acaba? en son ne zaman böyle hissetmiştim? lisede mi?
dizlerini kırıp boyunu biraz olsun benimle eşitleme çabasına girdi. dağlar kadar fark vardı aramızda. pes ederek yüzünü yüzüme doğru indirdiğinde, "bence sen herkesten daha çok hayranımsın..." dedi. hemen sonrasında dudaklarıma kısa bir bakış atarak kendi dudaklarını ıslattı, sonra yeniden arsızca gözlerime baktı. "ve ben sana bunu ispat edebilirim."
belli belirsiz yutkundum. kokusu ciğerlerime doluyordu. nasıl tarif edebilirim bilmiyordum ama ormansı bir kokusu vardı. ferah hissettiriyordu, aynı zamanda da büyüleyici. keşke kokusunu bir parfüm şişesine doldurup saklayabilseydim.
salonumdaki masanın hemen yanındaydık. onunla göz temasını kesmeden uç kısımda duran kurabiye tabağıma uzandım ve bir tane kurabiye aldım. elime şans eseri kalplilerden birisi geldiğinde gülümseyerek ağzına tıkıştırdım kurabiyeyi.
hafif bir şaşkınlık iniltisiyle gerilediğinde, "belki ben fanatik fenerbahçeliyim," dedim ona. kurabiyeyi bir çırpıda bitirdiğinde omzunu silkti. "emin ol fenerbahçeliler bile bana hayran."
güldüm. "abart..."
"bence sen..." kurabiyelerden bir tane daha aldı. "bana hayran olduğunu kendine itiraf etmekten çekindiğinden konuyu saptırmaya çalışıyorsun." masada ritim tutmaya başladı parmaklarıyla. "senelerin taktiği."
kaşlarımı çattım. "kendime itiraf etmekten çekindiğim hiçbir duygum olmadı şu zamana kadar," dedim.
büyük bir yalandı bu. kendimi bildim bileli acı verebileceğini düşündüğüm ve hissettiğim tüm duyguları kendime itiraf etmekten kaçınmıştım. sevmeyi bilmiyordum, sevilmeyi de. sadece gülüp alaya alıyordum çünkü başka türlü yaşanabileceğinden emin değildim.
"o zaman bana müsaade et," diyerek serçe parmağını uzattı. benimle iddiaya girmeyi teklif ediyordu! "hayran değilsen de seni kendime hayran edeyim."
bazen bazı şeylerin sonunu bilirdiniz. duyguların, olayların, yaşanacakların... yürüdüğünüz yolun sonunu bildiğiniz halde o yolda yürümek istemiş miydiniz hiç?
ben sanırım istiyordum.
serçe parmağına serçe parmağımı geçirerek, "istediğin kadar dene," dedim sesimdeki kararlılıkla. "beni kendine hayran edemezsin." hemen sonrasında özgüvenle ekledim. "ama sen işin sonunda çoktan bana hayran olacaksın."
yavşakça sırıttı. başını olumlu anlamda sallayarak, "kabulüm," dedi ve ikimizin arasında değişik bir ilişki bağının kurulacağı o geceyi yaşamış olduk.
iddiaya girdik.
x
MERHABA!! duydum ki bu kurguyu sevenlerimiz varmıssss
inanın ben de çok seviyorum ama çok yorum olmayınca sevilmediğini sanıp ara ara bölüm yazıyorumsşldfknmaşlksf
NASIL OLMUSUZ!!
iddiayı hangisi kaybederse kaybetsin... sonumuz aska acılacak!!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sonsuz ol, barış alper yılmaz.
Fanfichilal, kedisiyle birlikte yaşayan, aşktan elini eteğini çekmiş bir kızdır. bir gün kedisi, barış alper yılmaz'ın dairesine girer. ortadaki tek sorun, barış alper'in kedilere karşı olan alerjisidir.