Tenefüs ziliyle birlikte hoca eşyalarını toplayıp sınıftan çıktı. İçimde bir rahatlama hissettim, ama aynı anda derin bir huzursuzluk vardı. Kafamın içinde yankılanan sorular ve kaçmak için duyduğum o aşırı istek, hiçbir yere gitmemişti. Henüz nefesimi tam anlamıyla almamıştım ki Burak’ın sesi kulağımda yankılandı, içimi büsbütün sıkıştırarak:
“Şimdi söyle bakalım, dün ve sabah neden kaçtın?”
Gözlerimi yavaşça ona doğru çevirdiğimde, içimde bir ağırlık hissettim. Kaçmak kolaydı; ama açıklamak her şeyden zordu. Boğazım düğümlendi, kelimeler dudaklarımdan dökülmeyecekti. Derin bir nefes aldım, bunun cevabı olmadığını anlamasını umarak. Ellerim titriyordu, ama defterimi önüme çekip güçlükle, “Konuşmak istemiyorum,” diye yazdım. Yazıyı Burak’a doğru çevirdiğimde yüzünde beliren kaş çatıklığını fark ettim.
Beni anlamıyordu. Aslında, kimse anlamıyordu.
“Sebep?” diye sorduğunda, içim daha da sıkıştı. Verecek hiçbir cevabım yoktu. Zaten neyi anlatacaktım ki? Düşüncelerimi, korkularımı… Kaçmaktan başka bir çıkış yolum olmadığını mı? Sessizce ayağa kalktım, el işaretiyle önümden çekilmesini istedim. Bir an duraksadı, ama sonunda kenara çekildi. Hızlı adımlarla sınıftan çıkarken, onun bana bakan gözlerini üzerimde hissediyordum.
Koridorda yürürken adımlarım hızlanıyordu. Kantine doğru gidiyordum ama içimde sürekli bir tereddüt vardı. Evet, acıkmıştım, ama kantinciye nasıl bir şey isteyecektim? Ne diyecektim? Konuşmak benim için bir seçenek değildi. İnsanların bana bakışlarını, fısıldaşmalarını şimdiden hayal edebiliyordum. Yine alaycı gülüşlerini duymak… midemi bulandırıyordu. Bu yüzden karnımdaki açlığı bastırıp, boş bir masaya oturdum.
Kantinin içindeki neşeli kahkahalar havada yükseliyordu. İnsanlar birbirlerine anlattıkları hikâyelerle kahkahalar atıyorlardı. Onların bu rahatlığı benim içimdeki yalnızlığı daha da derinleştiriyordu. Suskunluğum, gürültülerin arasında yankılanan bir boşluk gibiydi. Sessizliğim bir lanet gibiydi sanki. Boğazımdaki düğüm, göğsüme saplanan bir bıçak gibi keskin ve acı vericiydi.
Orada, kimseye ait olmayan o boşlukta oturmaya devam ettim. Her şeyden uzaklaşmak istiyordum, ama kaçacak hiçbir yerim yoktu. Ders zili yeniden çaldığında, istemeye istemeye yerimden kalkıp sınıfa döndüm.
Sınıfa adım attığımda herkes kendi dünyasına dönmüştü. Burak, arkasını dönmüş Ateş’le konuşuyordu. Fakat Ateş’in gözleri uykulu, dikkatini verdiği bir şey yok gibiydi. Bir an onların dünyasına baktım, ama umursamaz bir tavırla kafamı çevirdim.
Banane onlardan ya...
Sıramın yanına vardığımda, Burak beni fark etti ve kalkıp geçmem için yer verdi. Gözlerim bir an ona kaydı, onun yüzüne bakmak istemesem de kısa bir an için göz göze geldik. Bakışlarında bir anlam aramadan, hızla sıramın içine kıvrıldım. Onun bakışlarını görmezden gelmeye çalışırken, içimde beliren sessiz korku büyüyordu.
Aslında Burak’la iyi anlaşmak isterdim. Onunla arkadaş olmak, belki bu yalnızlığı biraz hafifletirdi. Ama Ateş’in sert sözlerinden sonra, kimseyle yakınlaşmaya cesaret edemezdim. “Arkadaşımdan uzak dur” diyerek beni uyaracak kadar alaycı ve soğuktu. O gözleri, bakışları... aklımdan çıkmıyordu. Bu yüzden geri çekiliyordum, sessizliğimi bir zırh gibi kullanıyordum.
Bir hafta sonra
Yorgunluktan bitap bir halde okuldan çıktım, eve doğru adımlarımı sürüklüyordum. İngilizce ve matematik sözlüsü tüm gece uykusuz bırakmıştı beni, ama değmişti. Her iki sözlüyü de 100’le geçmiştim. Sınıfta tam puan alan tek kişi bendim, ama bu bile bana huzur getirmemişti. Alaycı sözleri, fısıldaşmaları duymamaya çalışsam da her biri kalbime bir bıçak gibi saplanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessizliğin içindeki fısıltılar
Chick-Lit"sessizliğin içindeki fısıltılar, kalpten kalbe ulaşan en derin acıların izlerini taşır" Konuşamayan bir kız ve onu bütün zorbalıklardan koruyan bir çocuk...