Göğsümde bir ağırlık var.
Benim ne annemle ne de babamla kötü ilişkim olmadı hiçbir zaman. Onların istemeyeceği kararlar verdiğimde bile yaptığım hatanın arkasında durdurlar. Hata yapa yapa büyüyeceksin, dediler bana.
Hiç duygularımı saklamam gerekmedi, hiç kendimi değersiz hissetmedim, hiç özgüvensiz olmadım. Hatta bana soracak olursanız mutsuz olmanın ne demek olduğunu bile pek tatmadım. Çünkü en mutsuz anımda bile işleri yoluna sokmamda yardımcı olacak insanlar oldu hep hayatımda.
Ben kendi çabasıyla dimdik duran bir çocukla denk değilim, olamam. Korkutur beni, korkutucu gelir yani. Bir insanın manevi olarak ailesinin en uzağında olması nedir bilmem. Bir insanın bu kadar güçlü durması gerektiğinden haberim olmadı ki benim.
Ailesiyle arası kötü olan arkadaşlarım da oldu tabii ama ben ilk defa yakından gördüm bunu. Bilmiyorum, abarttığımı da düşünmüyorum. Bir ailenin ev olamaması korkutucu geliyor. Ne kadar abartılması gerekiyorsa o kadar abartılmalı.
Yoongi'yi tanıdığımdan beri böyle. Ailesinden bahsetmez, onları kötülemez. Ailesinin onu çok sevdiğini ama iş aile olmaya gelince pek de başarılı olmadıklarını söyler. Onu en çok üzen insanlara, ebeveyinlerine, bile anlayışlıdır. Başka şansı olmamış çünkü. Bir çocuğun şımarması gerektiğinden habersiz büyümüş. Sert, kuralcı, sevgisini hissettiremeyen insanlarla. Belki en kötüsü değil ama asla ev olamayan bir aileyle.
O da iyi hissetsin istedim, evi olsun da rahat hissedeceği bir alanı olsun istedim. Ama fark ettiğim en büyük gerçek bir insan ne olursa olsun ailesinden kopamıyor. Yoongi seneye de, iki yıl sonrasında da, hatta geçen on yıldan sonra bile hep kırgın olacak ailesine. Yoongi on yıl sonra da ağladıktan sonra kötü hissedecek, belki bu kadar değil ama izlerini hep taşıyacak.
Bir insan ailesiyle var oluyor, ailesiyle de yok olacak.
"Çok kötüysen ilaç vereyim." beni düşüncelerimden sıyıran Yoongi'nin sesi oldu. Her zamanki gibi saat on bire geliyordu, dershaneden çıkmıştık. İkimiz de yorgunduk, ikimizin de gün sonunda dinlenmeye ve rahatlamaya ihtiyacı vardı. Aramızdaki tek fark gittiğimiz evlerdi. Birisi gerçekti, diğeriyse dört duvardan ibaretti.
"İstemiyorum." gözlerine bakmadım, hatta konuşurken ona bakmadım bile. Bakamadım çünkü. Hem kızıyor hem de üzülüyordum. Kızmaya hakkım bile yoktu belki.
"Neden böyle oldun ki ya?" ilgiyle sordu. "Çok mu kafana taktın bir şeyi, hiç bu kadar ağrımazdı başın."
Günün başından beri böyle keyifsizdim işte. Kafam o kadar dağınık ki iki kelimeyi bir araya getirirken bile zorlanıyorum. Sanki annesini o soğuk havada, acilin kapısında, kaldırıma oturarak bekleyen benmişim gibi. Haliyle Yoongi de endişeleniyor bu halime. Ama ben onun gibi saklayamıyorum duygularımı.
"Bilmiyorum." diye cevapladım. Tatmin olmuşa benzemiyordu, gün boyu onun modunu da düşürmüştüm bu halimle.
"Jimin," kolumdan tuttu ve durdurdu beni. Başımı yerden kaldırıp endişeli yüz ifadesine baktım. "iyi değilsin sen."
"Eve gidel-"
"Gel oturalım şöyle." kolumdan hafifçe çekerek sokak lambasının altında kalan banka oturttu beni. Sonrasında yanıma falan geçmedi, önümde diz çöküp ellerimi tuttu. Ellerimi çekmek istedim, onun sıcak tutuşları karşısında suçlu hissettim ama yine de yapamadım. "Sorun ne, bana söyleyebilirsin." Ağlamayacaktım.
"Başım ağrıyor dedim ya."
"Bu değil," gözlerimin içine baktı birkaç saniye. Beklentiyle baktı. "sorunun bu olmadığına eminim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
anti numerical
Fanfictioninsanlar ikiye ayrılır: sayısalcılar ve onlardan nefret edenler.