son günlerde eşek gibi uyumaya, daha doğrusu kendimi uykuya vermeye alışmış olmama rağmen sabah görevbilir bir ruh hâline bürünerek kalktım. sonuçta misafirlerim vardı.
perdeleri örtmeyi unutmuştuk. önemi yoktu, zaten lamba da bizi çok aydınlatıyor değildi. aynı şekilde onu da açık unutmuştuk ama odanın görüntüsü öylesine iyiydi ki elleyesim gelmedi. dışarıdaki ışıksız, gri gökyüzüne ve tam kapatamadığım camdan gelen soğuğa bakılırsa planlara uygun bir gün zor olacak gibiydi.
ayaklanmadan önce dönüp yerdeki alhaitam'a baktım. geniş omuzları ve hafifçe açılan beli, yüzüne dökülen saçları, yan dönmüş yüzü ve eli yastığımda.. muhtemelen gece ona rahatsızlık veren bir ağrıyla uyanıp bilinçsizce sarılmıştı, en azından ben öyle hayâl etmiştim.
keşke bana sarılsaydı, yatağa gelseydi birden.
kendim üstümdeki yorganı atar atmaz serin olduğunu düşündüğümden ona da kıyamadım. zaten hafifçe inip kalkan sırtı ve aralık dudaklarıyla sabah sabah kanımı kaynatmayı başarmıştı. onu böyle izlerken titreşen kirpikleri bile içimde sıcak bir his büyüttü. şefkâtti bu, genelde bencilce ondan almaya alışkın olduğum bir şeydi.
önce tişörtünü düzeltip açılan belini kapattım, sonra üzerine yavaşça yorganımı bıraktım. sarılıp öpmeyi de isterdim aslında ama.. elim kolum bağlıydı. bunun yerine daha az etik olmayan bir şey yaptım ve gizlice fotoğrafını çektim. ardından kahvaltıyı hazırlamak için odadan çıktım.
ben uyandığımdan beri, ki alhaitam'ı izlerken en az yarım saat oyalanmıştım, mutfaktan ufak bir ses bile gelmemişti. buna rağmen girdiğimde thoma'nın tezgahta bir şeylerle uğraştığını gördüm.
"günaydın," dedim alçak tuttuğum sesimle. "acıktın mı?"
boş bulunup aklıma gelen ilk saçma şeyi söylemiştim. thoma nedense bana o kadar sıcak hissettiriyordu ki misafir olmaktansa yeni ev arkadaşım hissiyatını vermişti. ben haitham'dan sonra tamamen boşluğa düşmemek için ciddi anlamda kendimi buna hazırlamışım galiba..
hislerimden emin olmamı sağlayacağım içten bir gülümseme ve benim gibi alçak tuttuğu sesiyle "hayır," diye cevapladı. "sadece uyanırsanız diye ufaktan hazırlıyordum."
yanaklarım utanç içinde kızardı. ne kadar kötü bir ev sahibiydim ben, bir de erken kalktığımı falan sanıyordum! bunlar önemli insanlardı ve eminim kısıtlı sürede burada yapacakları çok iş vardı, en geç saat beşte ayaklanmış olmalıydım.
elim hemen işlere giderken "geç kaldım galiba," dedim mahcubiyetle. thoma kadar sessiz ve hızlı olmasam da acemi olduğum bir şey değildi mutfak.
"pek sayılmaz, ayato hâlâ uyuyor ve ben de uyanalı çok olmadı açıkçası. yol yorgunluğu diyebiliriz. inazuma'dan buraya zor bir süreçti."
"sahi, çok fazla yöntem değiştirmiş olmalısınız. özellikle gemi yolculuğu.. çok merak ediyorum biliyor musun.." hayâllere dalmış hâlde elimdeki patatesi soymaya devam ettim. kocaman bir gemi, dalgalar ve geminin bir yerlerinde küçük bir kamarada alhaithamla ben. batacak mıyız yoksa güvenle çıkacak mıyız bu bilinmezden, sallantıların sonu gelecek mi ya da en azından buna alışabilecek miyiz, ulaşılamaz bir enkaz mı olacağız birbirimize yoksa güzel bir yolculuk mu?
çok dramatik bir insan olmaya başladım. içimde hayatım boyunca ulaşamadığım bir şeyin kilidi onun tarafından açıldı ve tuttuğu her şey serbestçe damarlarımda dolanmaya başladı sanki. kendimi bile yeni keşfediyormuş gibi hissediyorum.
"yolcuğumu merak ediyorsan bizimle dönebilirsin. bize evini açtın, karşılığını vermek isterim."
thoma da benim ona beslediğim duyguları bana karşı besliyordu bence. içimi gıdıklayan heyecana rağmen arkamda nasıl yaş bir zemin bıraktığımı bile bile gidebilir miydim? şu konumda gidersem döndüğümde hiçbir şey aynı olmazdı büyük ihtimalle.
"umarım gelebilirim," dedim yine de. hem nezaketen hem de kendime gerçekten aralık bir kapı bırakmak istediğimden.
bu şekilde laf lafı açtı ve bir süre sonra ikimiz de sessiz olmak nedir unuttuk. en son bana ustalık yeteneklerini gösterirken yere yapıştırdığı yarı pişmiş bir kreple bakışıyordu. o sıkıntı içinde özür dilemeye ve bir yandan etrafı temizlemeye çalışırken ben kahkahalar atmaya başlamıştım. kendini bu kadar kaptırması çok komikti.. ayrıca onu ilk kez takındığı o yarı resmi kibar tavrı kaybederken görmüştüm ve bu daha samimi hissetmemi sağlamıştı.
"bırak, bıraksana. sorun değil ciddiyim!"
"tavanın sapının oynadığını bana söyleseydin keşke.."
bu lafı daha da çok gülmeme sebep oldu. misafirimse önümde eğilmiş yeri siliyordu. ben gerçekten berbat bi ev sahibiydim ama ne yapayım, yüz ifadesini hatırladıkça gülmeyi kesip de bir işe el atamıyordum.
"eğleniyorsunuz bakıyorum. anlaşılan thoma burada da titizlik yapıyor."
hiç de yeni uyanmış gibi durmayan ayato'ya "döktüğümü toparlıyoruz desek daha doğru.." diye cevap verirken sesi ağlamaklı çıkmıştı. elindeki bezi neredeyse çekiştirerek alıp yıkamaya başladığımda hâlâ dizleri üzerinde yerde oturuyordu.
"özür dilerim thoma, tavanın sapının oynadığını sana söylemediğim için.. lütfen yerden kalk. büyük gösterini mahvettiğimi düşünüp kendimi suçlayacağım yoksa." kendimi biraz aptal hissetsem de önemsemedim, sadece içten olmak istiyordum. açıkçası son zamanlarda aksine gücüm de kalmamıştı, tüm hakkımı bugüne kadarki kalabalık çevremde parıldayarak tüketmiş gibiydim.
"ayrıca günaydın ayato, gerçi çok da ayamamış.. şansınıza."
"inazuma'da böyle havalara çok alışığız. hem çok da gezemeyeceğimizi düşünüyorum, öğleden sonra önemli bir görüşmem var."
ayato sandalyelerden birini çekip yerleşmiş ve hizmet edilmesine alışkın olduğunu belirten bir edayla hiçbir şeye el sürmemişti. sofradaki son düzenlemeleri yapan thoma bir yandan onun tabağına bir şeyler koyuyor, diğer yandan yan gözlerle süzüyordu.
"hemen bugün mü?" diye sordu dayanamayıp. ben bile anlamıştım, tınısının altında istediği başka bir şeyler vardı ve ayato bunu hiçe sayıyordu.
"içimin rahat etmediğini biliyorsun. önce gelme amacımızı yerine getirelim, kalanına sonra da bakabiliriz."
işte, geleceğini bildiğim şey: thoma'nın yere düşen kirpikleri ve kırgın bakışları.. ayato bunları fark etmiyor ve tabağıyla ilgileniyor. onu anlıyorum. olması gerekenin bu olduğunu düşünüyor, onun için normal. kafasındaki meşguliyetlerden kurtulmasının tek yolu onları bir an önce halletmek.
ayato ve thoma, başka bir dinamikte haitham ve ben. bu olaya dahil olmamam gerektiğini iliklerime kadar hissettiğim ve biraz da üzüldüğüm için "ben haitham'ı uyandırayım," diye bir bahane savurarak onları kısa bir süre yalnız bıraktım.
acaba onların da sonları bizim gibi olacak mıydı?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
broken home | haikaveh
Fanfictionkaveh için ev hiçbir zaman dört duvardan ibaret değildi. alhaitham'ın eviyse çoktan yıkılmıştı.