13

166 17 8
                                    

oda serindi. sabah kapatmaya çalıştığım camın yine tam kapanmadığını anladım, bozulmuştu. iyi ki haitham'ın üstünü örtmüşüm.

hâlâ yerde, onu bıraktığımdan pek farklı olmayan ama biraz daha rahatlamış bir hâlde yatıyordu, yüz ifadesi ve duruşu önceye nazaran daha gevşekti.

ellerimi yakışıklı yüzünde dolaştırmak ve saçlarını okşamak isteğiyle yanıp tutuşurken onun yerine "haitham," diye mırıldandım gözlerimi kaçırarak.

tabii ki cevap gelmemişti. açıkçası ben de daha yüksek bir ses çıkarmak ya da dürtmekle uğraşmadım, galiba uyanmasını istemiyordum. çünkü o uyurken istediğim kadar yüzüne bakabiliyor, yanında olabiliyordum. ne yazıktı ki içeride hâlâ bir şeyler yemek için bizi bekleyen misafirlerim vardı ve onları beş on dakikadan fazla yalnız bırakamazdım.

birden tüm enerjim sömürülmüş gibi hissettim. nereden bulaşmıştım bu işe? ağlayıp sızlamam falan gerekiyordu, bunlara ciddi anlamda ihtiyacım vardı ama kendimi gerçekten de boş bırakamıyordum. iç çekerek gidip baş ucuna yerleştim, bacaklarımı rahat rahat uzatıp sallamaya başladım.

aslında kendime gereksiz yere kızıyordum. yeni arkadaşlar edinmiş olabilirdim, üstelik sumeru'nun dışına çıkıp her şeyden bi süre uzaklaşmam için bir fırsat bile doğmuştu. böyle böyle, ben içimdeki enkazla kısa bir bakışma yaşadığımı düşünürken dalıp gitmiştim. haitham uyandığındaysa kıpırtılarından fark ettim.

"günaydın?" dedi garipçe. tepesindeki varlığım onu rahatsız etmiş gibiydi.

beni daha fazla hiçbir şey etkileyemezmiş gibiydi. açıkçası çok alıngandım ama bu sefer hiç alınmadım. çoraplarımın desenlerini inceleyerek, ucu kaçmaya mı başlayacaktı ne, ayaklarımı sallamaya devam ettim.

"günaydın," dedim kafamı yana yatırmışken. "iş yapmadığımdan söylenip duruyordun ya, utanabilirsin kahvaltı hazırladım."

umursamazlığım ya da garip tavırlarım onu şaşırtmıştı. üstelik yeni uyandığı ve belirgin şekilde kötü bir gece geçirdiği için yüzü, hareketleri tamamen şeffaftı. onu her cümlesine aşina olduğum bir kitap kadar kolay okuyordum şu an.

"te-" teşekkür edeceği sırada kaşları çatıldı ve bana karşı koyacak bir şey bulduğunu anladım. zihninde o istemeden çakan bir şimşek.. "bana mı hazırladın, misafirlerine mi?"

"misafirlerime."

hiçbir şey söylemedi. yerinden doğrulurken derin bir nefes verdi ve yavaş yavaş kafasını aşağı yukarı salladı. onu taklit edip ben de kafamı salladım.

"sen de misafir sayılırsın, üstüne alınabilirsin."

"ne saçmalıyorsun sabah sabah?"

"bir ayağın buradaysa diğeri kapının eşiğinde, her an gitmeye can atıyorsun ben ne bileyim? günün sonunda her an 'vazgeçtim gidiyorum' da diyebilirsin."

kafasını çevirdi. benimle tartışmak istemiyor gibiydi. aklından neler geçtiğini, bana söylememek için şu an neler yuttuğunu bilmeyi gerçekten çok isterdim. ona olan öfkemi nasıl eritebilirim içimde, bilmiyorum. çabuk öfkelenmesem de bir kez öfkelendiğimde onu bir türlü aşamıyorum.

"iyi," dedi sonunda, "güzel ağırla o zaman beni. hani bugün ölecekmiş gibi yaşa derler ya sen de bugün gidecekmişim gibi.."

içimde anında birkaç duygu birleşip anlamlandıramadığım bir topa dönüştü. bildiğim tek şey anında kafamdan aşağı kaynar sular döküldüğü. haitham da bunu fark etmiş olacaktı ki cümlesini tamamlamadı.

kalkmak için ayaklandım. "gitmeyeceğimi biliyorsun," dedi beni engelleyeceğini umarak. "sadece laf atmak istiyorsun. karşılığını alınca da sanki başından ben istemişim gibi davranıyorsun."

"bilmiyorum haitham!" diye isyan ettim. "gidip gitmeyeceğini gerçekten bilmiyorum!" omuzlarım yukarı kalkmış, ellerim istemsizce öne doğru açılmıştı.

iki elimi birden tek eliyle yakalayıp üstüne bastıra bastıra "bana bağırma," diye uyardı.

"sana bağırmıyorum!"

sesim biraz yükselmiş miydi? şu an ciddi ayırt edemiyordum ben, ama ona bağırmak gibi bir amacım yoktu.

"yapma kaveh, içeride insanlar var."

"takıldığın bu mu? dün yeterince rezil olduk, endişelenme."

istediğim bu değildi aslında ama saldırgan içgüdülerimle hareket etmiştim. oysa daha az önce onun uyuyan yüzünü incelerken aklımdan neler geçiyordu, bizi düzeltmek için neler yapacaktım.. takındığım ifade her ne kadar öfkeli görünse de bu aslında içeride hissettiğim hayâl kırıklığını ve kırgınlığı kapatmak için kendiliğinden devreye giren bir kalkandı. gözlerime bir gerçekten baksa anlardı.

fark etti mi bilmiyorum, ama sanmıyorum çünkü uyanalı beş dakika olmadan çileden çıkarmayı başarmış gibiydim. sakinleşmek için gözlerini bir süre yumdu ve derin bir nefes aldı. yeniden konuşmaya başladığında sesi gerçekten de yumuşamıştı. "güne böyle başlamak istemiyorum," dedi. "tartışmak yerine sana tek bir şey söyleyeceğim, ne kadar inanırsın bilmem."

"gitmiyorum kaveh, siksen gitmem. anlıyor musun? şimdi sözlerim havada kalsa bile zamanla göreceksin."

eli artık sadece bir elimi ve nazikçe tutuyordu. bir çocuğa laf anlatmaya çalışır gibi, anladığımdan emin olmak istercesine kaşlarını kaldırmış yüzüme bakıyordu.

"görürüm," diye geçiştirdim. "ben de güne böyle başlamak istememiştim zaten." bakışlarımla elimi aynı anda kaçırdım ve beklemeden ayaklandım. "mutfaktayım, gelirsin."

girdiğimde ayato tek başına oturmuş önündeki tabağı inceliyordu. yani.. tabağı inceliyor gibi görünse de aklının bambaşka yerlerde olduğundan emindim aslında. içinde çok ilginç şeyler olduğu da söylenemezdi zaten.

sadece sormak için "thoma nerede?" diye sordum. muhtemelen lavaboya falan gitmişti.

ayato'ysa beni şaşırtarak "çıktı," diye cevapladı. varlığımı fark ettiği an az önceki hâlinden farksız bir hâle bürünmüştü. ne çok titiz, ne çok rahat bir görüntüsü vardı. tavırları ne çok kasıntıydı ne sıradan biri kadar umursamaz. yüzündeki hafif gülümseme, dik oturuşu.. her şeyiyle sakin ama güçlü bir imaj yaratıyordu. içten içe göründüğünden çok daha tehlikeli bir insan olduğunu düşündüm.

ve hiçbir şeyi ele vermeyecek kadar iyi bir oyuncu olduğunu.

"bahsettiğim öğleden sonraki görüşmemle alakalı. planı gözden geçirirken ufak bir aksaklık fark ettik, acil bir durumdu. erken çıktığı için alınmadınız umarım."

"o ne demek, hiç sorun değil benim için. halledilebilir bir şeydir umarım."

"thoma'nın hâlledemeyeceği bir şey değil."

yani öğleden sonraki görüşme her türlü olacaktı.

ayato iyi bir oyuncu olabilirdi ama thoma'nın hâlâ çalışması gerekiyordu. o ufacık ifadesini ve tınısını istemsizce yakaladıktan sonra ne döndüğünü hemen anlamıştım: bu konu üzerine tartışmışlardı. thoma çıkıp gitmişti ve ayato bunu bize yansıtmak istemiyordu.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Oct 12, 2024 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

broken home | haikavehHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin