3

272 48 43
                                    

"buraya neden garaj diyorlar anlamıyorum." cyno onu dinlemek istemediğimizi biliyor ve bundan keyif alıyordu. elindeki boş bardağı sallayarak, hantal bir tavırla konuştu. "bence tam bi baraj."

tighnari gözü seğirirken elindeki şişeyi sıkıyordu. ters ters "bunu da yeni çıkardı" diye söylendi. bu cyno'nun ellinci kötü şakasıydı, hatta şaka bile değildi. bunu yapmaktan neden keyif aldığını ikimiz de anlamıyorduk. sanırım kendince bir şeyler keşfetmeye çalışıyordu?

"belki elindekinden verirsen susar," dedim usulca. varsayımım üzerine tighnari beklemeden bardağını doldurup "bir daha ağzını açma," diye tembihledi. onlara bakınca evlenmiş huysuz bir çift görüyordum, gülümsemeden edemedim.

cyno aldığı komutu önemsememişti. "haitham nerede kaldı?" diye sordu. "birini yakalıyoruz diğeri kaçıyor."

"haberim yok," diye itiraf etmek zorunda kaldım. "gelir herhalde birazdan." böyle bir şeyi idare etmeye çalışmak öyle ağır geliyordu ki.. biliyordum, o benim gibi değildi ve unutmamıştı, yani şu an burada olmayışının tek sebebi bendim. bense bunu kabullenemeyip etrafa 'iyiyiz'i oynuyordum. belki geri dönüp, "kaveh ben öyle demek istememiştim," der diye kimseye ayrıldığımızı söyleyemiyordum.

oysa haitham'ın kararlılığını biliyordum.

sonra başka bir düşünce içimi yaktı, acaba ne kadardır ayrılmayı istiyordu? ben geceleri gelip onun yatağına girerken, kollarının arasında uyurken o bana bakıp ne zaman biteceğini mi düşünüyordu?

keşke böyle bir şey asla zihnime düşmeseydi. nefesimi kesecek kadar iğrenç hissettirmişti. kirpiklerimi saklayamadığım sarsılmış hâlimle kırpıştırarak önümdeki şişeden bir yudum aldım. şu ana dek haitham'ı beklediğimden ağzıma bile sürmemiştim.

"çok mu geciktim?"

hemen arkamda duyduğum sesiyle irkilmiştim. iki büklüm duruşumu hemen düzeltip şişeyi masaya bıraktım, dün geceden beri yediğim dudaklarımı sızlatmıştı zaten.

haitham karşımızdaki ikiliye bakarak oturdu. ne yazık ki tek boş yer benim yanımdı. elinde olsa buraya oturmazdı herhalde, yüzüme bile bakmamıştı. ben de hevesle kaldırdığım kafamı yeniden masaya indirmiştim.

kendi kendime onu gördüğüm an yapacaklarıma dair o kadar şey düşünüp söylemiştim ki.. hesap sormaktan tut ayaklarına kapanmaya, dudaklarına yapışmaktan sağlam bir tokat atmaya.. şimdiyse tüm cesaretim kırılmış, yanaklarım kızarmış hâlde kuyruğumu kıstırmış oturuyordum.

"yok çok gecikmedin, tighnari hâlâ ilk şişesinde."

onlar selamlaşıp, birbirlerine bir şeyler sorup konuşmaya devam ederken ben şimdi ne yapacağımı düşünüp usul usul şişemle ilgileniyordum. yok, böyle olmayacaktı. bu gece hiçbir şey olmadan biterse kalbim kaldırmayacaktı.

ani bir cesaretle "gelmeyeceksin sanmıştım," diye girdim. tighnari şaşkınlıkla kaşlarını havaya kaldırırken bir şeylerin ters gittiğinden şüphelenmişe benziyordu. önemseyecek hâlde değildim. haitham durumu isterse toparlayacak, isterse açığa verecekti, topu ona atmıştım.

geldiğinden beri ilk kez dümdüz ifadesiyle bana döndü, kaşlarını bile çatmıyordu. gözlerinde yakaladığım hüzün olmasa bana karşı artık hiçbir şey hissetmediği yanılgısına kapılabilirdim. sakince "bir plan yapmışsam ona uyarım," dedi, "her halükarda gelecektim." ama öfkeyle, laf sokma hırsıyla söylese bundan daha iyiydi.

gözlerimiz bir an için kesişse de bu teması uzun tutmamış, odağı parçalanmış dudaklarıma kaymıştı. kaşları hafifçe çatılırken bana daha fazla bakmak istemedi, önüne döndü.

neden utanmıştım? kendimi saklamam lazımdı, yerin dibine girmek için dua ediyordum. çok çirkin hissediyordum ama yüz olarak değil, varlığım çok çirkin bir şeymiş gibi. ağzımı bıçak açmasın ve pıstığım köşemde yok olayım istiyordum. yine de aşk insana her şeyi yaptırıyordu işte, mecburen konuşuyordum.

"seni aradım ama açmadın.."

bana bir daha dönmedi. ona uzatılan şişeyi alırken "meşguldüm," diye cevapladı. "görmemişim kusura bakma."

niye ayrılığımızı açığa vermiyordu? fikri mi değişmişti?

"beni kesmedi, bir şeyler daha alacağım." cyno aramızdaki konuşmaya ilgisizdi. "geliyor musun?" tighnari kafasıyla onaylayıp kalktı, anlaşılan o da daha fazla üstünde durmuyordu. tavırlarımızı normal bulmuştu, bir şekilde ikimiz de rol yapmayı başarmıştık.

onlar gider gitmez dönüp "haitham," diye ağzımı açacak oldum, o'ysa önce davranarak lafımı ağzıma tepti.

"kaveh,"

hissettiğim kramplarla beklerken yine aynı sarsıntıyla kirpiklerimi kırpıştırdım. "dün aklım başımda değildi," demesini bekledim, "sadece sana çok kırgınım."

onun yerine telefonundan saate bakarken "hazır hissettiğinde ayrıldığımızı söyleyebilirsin," dedi. "sana bırakıyorum."

yediğim darbeye rağmen anında "ben ayrılmak istemiyorum," dedim. telefonunu kapatsa da ısrarla bana bakmıyordu. "dün öylece çekip gittin," diye devam ettim. "evden de mi gideceksin haitham?"

"evet."

ellerim titriyordu. şaşkınlık içinde "nasıl bu kadar ani.." diye sormaya çalıştım. her şeyi nasıl da önceden planlamıştı, ben bu ihtimale karşı düzgün bile düşünemiyordum. "artık beni sevmiyor musun?"

cevap vermedi.

"haitham.." koluna dokunmak için hafifçe kaldırdığım elim tereddütle havada kalmıştı. ne yaparsam yapayım bakmayacaktı işte, onu daha fazla rahatsız etmek istememiştim. "konuşamaz mıyız?"

"konuşmayı denedik zaten."

"bu kadar mı yani?" derken sesim yükselmişti. ben engel olamadan gözlerim doluyordu. "hayır haitham, eve gidiyoruz."

şaşkınlıkla dönüp "şşşhh," diye beni sakinleştirmeye çalıştı. "sarhoşsun, düzgün düşünemiyorsun."

"sarhoş falan değilim." değildim, doğru düzgün içmemiştim bile. "eve gidip konuşalım, lütfen haitham." adı her şeyin tek çaresiymiş gibi panikle dudaklarımdan dökülüp duruyordu. hayatımda ilk kez yalvarıyordum ama bunu düşünecek hâlde değildim. haitham içinse yalvarışlarım ne yazık ki önemsizdi. basitçe "sen git," dedi. "benim işim var kaveh, gelemem."

"ne işi?"

tek kaşı cüretkarlığımı sorgulayarak havaya kalkmıştı. benim için unutamayacağım, hakarete uğramış kadar acı bir andı. onun gözünde artık hiçbir şey olabilirdik ama benim gözümde o hâlâ sevgilimdi, bundan bir anda nasıl sıyrılabilirdim?

varlığım, tavırlarım ona işkence ediyordu. bana son kez "eve git," dedi. sarhoş olmadığıma inanmıyor muydu?

"ne anlamı var ki?"

ağlayacağımı anladığımda apar topar kalktım. bunlar gitmeden önce söyleyebildiğim son kelimeler olmuştu. evin senin için harabeyse ne anlamı vardı ki?

broken home | haikavehHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin