Bölüm 8

33 12 9
                                    


Heyecanla kafenin en köşesinde oturmuş beklerken, aklım son iki ayda yaşadıklarımızdaydı. Sabaha kadar konuştuğumuz o uzun gecenin üzerinden iki ay geçmişti ve bu süre boyunca Sunghoon ile her gün mesajlaşıyorduk. Vaktimizin her anını birbirimize ayırmıştık—en küçük molalarda bile, yatmadan önceki o kısa anlarda bile konuşmaktan geri durmamıştık. Özellikle son bir, bir buçuk aydır ona karşı çok daha açık davranıyor, ona içimden gelen en güzel sözleri ve iltifatları sunarak hislerimin derinliğini anlamasını umuyordum.

Son bir aydır neredeyse her gün yaptığımız görüntülü sohbetlerde kalbim her seferinde hızla atıyordu. Ekranda beliren o gülümseyen yüzü gördüğüm anda, adeta bir kez daha büyüleniyordum. Genellikle uyumadan önce yaptığımız bu sohbetlerde, o yatağına uzanmış en doğal haliyle bana gününden bahsederken onu büyük bir hayranlıkla dinliyordum. Sesindeki sakinlik ve gözlerindeki sıcaklıkla anlattığı her şey beni bir kez daha ona çekiyordu. Kusursuz yüzüne dalıp gitmekten kendimi alamıyordum; yüzünün her kıvrımı, her gülüşü zihnime kazınıyordu.

Bu son iki ayda onu daha yakından tanıdıkça, ona daha çok bağlanmıştım. O adeta bu dünyaya inmiş bir melek gibiydi; nezaketi, ince düşünceleri, sevecenliği, utangaçlığı, kibarlığı ve güzelliğiyle tamamıyla kusursuzdu. Onun varlığı kalbimde tarifsiz bir huzur bırakıyordu.

Kapının açılmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım, başımı o yöne çevirdiğimde, kapüşonu başında, maskesi yüzünde Sunghoon'u gördüm. Kalbim bir an yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı ve heyecanla oturduğum yerden kalktım. Nihayet planladığımız o kahve buluşmasını gerçekleştirmiştik. Bu, onunla ilk kez baş başa, yalnızca ikimize ait bir alanda bir arada oluşumuzdu.

O sakin adımlarla bana yaklaşırken, içimde bir tereddüt olsa da kollarımı ona açtım. Beklemeksizin bana karşılık verdiğinde, ilk kez ona sarılmanın huzuruyla titreyen ellerim incecik belini sımsıkı kavradı. O an, her şey durdu sanki; zaman yavaşladı, nefeslerimiz birbirine karıştı, dünyada sadece ikimiz vardık.

Birbirimizden ayrıldığımızda, Sunghoon gülümseyerek maskesini ve kapüşonunu çıkardı. Saçları hafifçe dağılmış, yüzünde makyajın eksikliğiyle daha da doğal ve çekici görünüyordu. "Hoş geldin," dedim, hafif bir tebessümle. "Hoş buldum, hyung," diyerek karşımdaki sandalyeye oturdu. Salaş ve rahat kıyafetleri, makyajsız yüzü ve kapüşonun dağıttığı saçlarıyla o kadar doğal, o kadar göz alıcıydı ki. Ekranın arkasından gördüğüm bu hallerine artık alışmış olsam da, ilk defa gözleri gözlerimin tam içine bakarken bu an kalbimde tatlı bir sızı bıraktı.

Kahvelerimizi sipariş verdikten sonra, masada karşılıklı otururken ona doğru eğilip, "Nasıl izin alabildin? Buraya gelmek zor olmadı mı?" diye sordum. Bu soruyla beraber, yüzündeki o tatlı ifade bir anda endişeyle gölgelendi. Gözleri hafifçe uzaklara daldı ve yerinde huzursuzca kıpırdandı. Sonra derin bir nefes alarak, "Aslında buraya geldiğimden menajerimin haberi yok," dedi. Bunu duyduğumda, içimde zaten tahmin ettiğim bir sıkıntının yavaş yavaş yayıldığını hissettim. Evet, menajerine haber vermediğini sezmiştim ama şimdi her şey netleşince, onun bu durumdan zarar görme ihtimali beni asıl endişelendiren şey olmuştu. Kendim için pek sorun etmezdim ama onun canının sıkılması... işte bu, dayanamayacağım bir şeydi.

O an, kendi menajerime de haber vermeden buraya geldiğim gerçeği zihnimde yankılandı. Yine de bunu yaparken içimdeki huzursuzluğun sebebi bambaşkaydı. O, yani Sunghoon, bu durumu saklamıştı ve bu durum, beni gerçekten endişelendirmişti.

Biraz sustuktan sonra, utangaç bir sesle, "Biraz hava alacağımı söyleyerek yurttan çıktım," dedi. Bu cümlelerle hafifçe rahatladım, en azından bir bahane uydurmuştu. Hemen ardından ekledi: "Gruptakiler seninle buluşacağımı biliyor." Derin bir nefes aldım; demek ki en azından grup, onun nerede olduğunu biliyordu. Aksi halde, beklenmedik bir durumda kimsenin Sunghoon'un nerede olduğunu bilmemesi işleri gerçekten çıkmaza sokardı.

Beyond the Spotlight - JakehoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin