9

675 96 60
                                    

koskoca iki ay, altmış gün ve 1440 saat. dile kolay gelen ama nasıl geçtiğini hatırlamak bile istemediğim onca gün. her şey kolaylaşacak diye düşündüğüm ama aksine her şeyin sarpa sardığı o günlerin üzerinden tamı tamına iki ay geçmişti. hiç kimseye hiçbir şeyi belli etmemeye çalışırken tamamen kendimden bile soyutlaştığım, artık kendimi bile tanıyamadığım bir süreçti bu. 

adımı ve soy adımı biliyordum sadece, gerisi hakkında bir fikrim yoktu. beni tanıyan var mıydı? vardı elbette ama onlarda sadece isim olarak tanırdı beni sonuçta ben bile kendime yabancılaşmışken kimse gerçek beni bilmezdi. artık duygularımı tam olarak hissedemediğim her şeyi üstünkörü yaşamak için yaşadığım zamanlardı bunlar. 

kahrımdan ölsem kimseye belli etmiyordum, herkes beni mutlu olarak görüyordu. ben bile anlamıyordum artık gerçekten mutlu muydum yoksa rolünü benimsemiş bir et parçası mıydım anlayamıyordum. her şey yoluna girecek diye düşündüğüm zamanlardan geriye yoluna giren hiçbir şey kalmamıştı elimde.

barış, o günden sonra ailesinin yanına rize'ye dönmüştü. şirket işlerine orada devam edeceğini söyleyerek bir parça kıyafet bile almadan terk etmişti, istanbul'u. istanbul'u diyorum çünkü beni terk edecek kadar değerli değildim onun gözünde. beni eskisi gibi sevmiyordu aslında hiç sevmemişti beni. o küçük semih'e aşık büyük semih'e kızgındı. oysa ben her haliyle kabul etmeye razıydım onu ama kendisi kaybetmişti işte. 

ben o gün söz vermiştim kendime onun yüzünden ağlamayacaktım ve bu iki ay boyunca fark etmiştim de onun yüzünden ağlamamaya karar verdiğim an ben hiç ağlamamıştım. rize'ye giderken ayak üstü kuru bir vedalaşmaya layık görmüştü beni bende tekrar vazgeçtim işte ondan. 

şimdi salih abimin doğum günü için pasta malzemesi almaya gelmiştim. her doğum gününde pastasını ben yapardım tadı her yapışımda değişik olsa da bir kere bile isyan etmemişti ve yaptığım bütün pastaları yemişti. abim beni bu kadar çok severken başkasının sevgisi için dilenmek abime haksızlık yaptığımı düşündürüyordu bana. ama bir yanımda barış ile abimin aynı kefede olmadığını söylüyordu, tutarsızlıklarım içinde her düşündüğüm şeyde haklıydım. 

abimle kenan tanıştığından beri ikisi de birbiri hakkında bana sorular sormaya başladıkları için şüphelenmeye başlamıştım. bunu dile getirdiğim an abimin dediği şey küçük kardeşimin kimle arkadaş olduğunu yakından görmem lazım demişti, kenan ise arkadaşım ev ortamında nasıl bir insanmış abisinden öğrenmem lazım diyerek beni geçiştirmişlerdi ama ben anlardım bunların arasında er ya da geç bir şeyler olacaktı. 

süper markete girer girmez kendime market arabası alarak reyonların arasında dolaşmaya başladım. temel malzemeler vardı evde ama yine de fazla mal göz çıkartmazdı o yüzden yumurta, şeker ve un alarak başladım alışveriş yapmaya. market dolaşmak bir nevi terapi gibi bir şeydi. 

bütün malzemeleri aldığıma emin olduğumda sıra abur cubur almaya gelmişti. şu sıra yediklerime hiç dikkat etmiyordum kilo aldığım söylenemezdi ama karnımı abur cuburla doyuruyordum işte. cipslerin olduğu reyona döndüğümde birçok çeşit arasında saatlerce düşüneceğimi fark etmiştim. tam cipslerin önüne gelerek hepsini teker teker incelemeye başladım, hepsinden birer tane alarak kendimi ödüllendirmek isterken bu ay ki paramı aşacağını anlayarak en çok canım çeken üç tane çeşit cipsiyi market arabasının içine atarak önüme döndüm.

uzakta hayvan mamalarının olduğu yerde uzun boylu ve geniş omuzlu bir adam dikkatimi çekmişti. köpek maması aldığı belli oluyordu ama ne alacağına karar verememiş gibi duruyordu. kafasına taktığı şapka ve giyim tarzı bana birini hatırlatıyordu ama o gelseydi haberim olurdu değil mi? 

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 03 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

the hills | semih kılıçsoy & barış a. yılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin