Keyifli okumalar.
Oy ve yorum bekler
bu garip yazarınız ✨şarkı: crestfallen-Anathame
( Falling derler )🔗
Hiçbir yere ait olmayanları iyi tanırım ben. Çünkü onlar, her yere aitmiş gibi davranırlar. Zira bu aşağılık dünyanın kompleksi, hergün bir miktar daha acıtır onların canını. Canları acımasın diye de kıyıda köşede durup sessizce kendilerine verilen emre itaat ederler.
Can acıtmak kolaydır, can acıtamamak ise daha kolaydır aslında. Ama dünya iyiler ve kötüler üzerine kurulduğu için, kötülük her zaman var olmaya devam edecektir. Ve iyilerle her zaman çetin bir savaş halinde olacaktır. Şunu unutmayın ki, kötü insanların günün sonunda iyi olduğu falan yok, çünkü hayat bir masaldan ibaret değil.
Bir kere yara alan insan, çiçeğin gölgesini bile hançer zannedermiş derler ya, o ne doğru bir sözmüş öyle.
O yüzden hayatını zehir ettiğiniz insanlardan helallik almaya kalkışmayın lütfen. Çünkü onları, kendi ellerinizle paramparça etmişsiniz, toparlatamazsınız. Karşısına geçipte daha da yaralamayın. En azından hiçliğin içinde kaybolmamasına izin verin.
Zaten bir varmış bir yokmuş serüvenin içerisinde yuvarlanıp gidiyoruz. Bu serüvenin içinde yollar kimisine yokuşlu, kimisine kavisli kimisine ise kıvrımlı geçer. Kimisi kendi yolunda hancı iken, kimisi ise yolcudur.
Peki benim rolüm neydi, Hancı mı? Yoksa yolcu mu?
Sanırım ikisi de değildim. Ben sadece misafirdim. Kendi hanesinde misafir çocuğu olan yapbozun fazla parçasıydım.
Askere gelmeden önce bir kitapta okumuştum. Ve nedense çok gülmüştüm bu söze, sonra da kahkahalarım toz bulutu gibi yok olup sessiz hıçkırmalara yer vermişti. Kahkahalarım bile tıpkı misafir çocuğu gibiydi. Sesi çıkmasın diye içten içe yayılırdı içime ve içimi gıdıklardı.
Demişti ki; Eğer yapbozun fazla parçasıysanız, belki de başka resmin eksik parçasısınızdır. Buna inanmalı mıydım peki?
Sonra bir daha okumuştum. Bir daha ve bir daha. O iki satırlık cümlede takılıp kalmıştı gözlerim, gram diğer satırlara inememişti. Acı ama okudukça alt dudağımı ısırmıştım. En acısı da şuydu. Ben o cümleyi her okuduğumda gülüşlerimin süresi de kısalmıştı.
Ben ki başka resimlerin eksik parçası olacağım ha. Peh!.. Ulan bana biçilen rol belliydi bu dünyada be... Ne haddimeydi aksini düşünmek?
Ben sadece senaryonun figüran kısmında yer alan, değer görülmeyen, göze çarpmayan ve göze batılmasından rahatsız olan bir oyuncuydum.
Ah, her neyse!..
Üsteğmenin yanından ayrılır ayrılmaz soluğu bizim birliğin kullandığı lavaboda almıştım. Şimdi ise uğuldayarak akan suyun sesi yüreğimi hafifletirken eğilip avucumu suyla doldurarak yüzüme vurdum. Antalya'nın sıcağının aksine soğuk olan su beni serinletip afallatırken avucuma bir miktar daha su doldurup tekrar yüzüme vurdum ve musluğu kapatarak lavabodan çıktım. Önümdeki merdivenleri birer birer aşmaya başladım. Bizim koğuş merdivenlerin hemen karşısında yer alıyordu. Islak yüzümde kalan su damlacıkları çenemden tek tek damlarken yeşil fanilya tişörtümün eteğinden tuttuğum gibi yüzümü duruladım. Ama saçlarım halen ıslaktı. Olsun du.