İnsanları bir tuval olarak görürseniz renkler de duygulara karşılık gelirdi. Mesela sarı mutluluk, mavi huzur, siyah aşk, beyaz gözyaşının rengiydi benim için. Korkunun rengi ise kırmızıydı. Koyu kırmızı.
Her tuvalde bu renkler bambaşka görünürdü, kimisinin mavisi boldu yani huzurluydu bu kişi, kimisininkinde de beyazdan başka renk bulunmazdı, gözyaşları yıkardı tüm renkleri.Şuan benim tuvalim kırmızıydı. Kıpkırmızı. Korkuyordum, evet ben Kim Jongin, tüm kanımı beynime hücum ettirecek bu manzara karşısında korkuyordum. Lisa titreyen elleriyle, dolmuş gözleriyle bana bakarken ben korkuyordum.
"Jongin bırak o makası elinden!" diye bağırırken korkuyordum. "Ne makasından bahsediyorsun lanet olası?" dememek için zor tutuyordum birbirine kenetlediğim çenemi.
"Lisa sen hastasın." diye mırıldandım ufak adımlarla ona doğru yaklaşırken. Yaklaştığım her adımda titreyişleri belirsizleşiyor, gözlerindeki tehlikeli pırıltı biraz daha azalıyordu. Tam önünde durarak titremesine engel olamadığım elimi uzattım.
"Şimdi onu bana ver Lisa."
Gülümsüyordu. Bacağından akan kan parkeyi koyu kırmızıya boyarken o gülümsüyordu.
"Evet Jongin, aynen böyle, ayrılma yanımdan. Lütfen." Makası yere atmış ellerimi kavramıştı saniyeler içinde.
"Lisa bacağın... Hastaneye gitmeliyiz." Bakışlarımı kanın usulca süzüldüğü bacağına indirdim.
"Acımıyor Jongin. Ellerin var ya, uyuşturucu gibi. İnan bana, sen uzaktayken daha çok acıyor, tam burası." Ellerimi alıp kalbinin tam üstüne koydu.
"Lisa, hastaneye gidelim hadi."
Ellerimi ellerinden ayırıp cebimdeki araba anahtarını kavradım. Avucumun içindeki soğuk metali her şeyin bir hayal olmadığını ispat etmek istercesine sıktım.
"Jongin, gitmeyeceksin değil mi?"
Tek bacağını sürükleyerek yürüyordu, daha doğrusu yürümeye çalışıyordu. Söylediği cümle ile birlikte adımlarımı durdurdum o da dolmuş gözlerini bana dikti.
"Bunun için miydi yani? Gitmeyeyim diye mi sapladın o lanet makası bacağına? Tanrım.. Lisa, ya gitseydim?"
Sinirle ellerimi saçlarımdan geçirirken ellerimin saçlarımda takılı kalmasına sebep olan cümleleri söyledi.
"Makası bacağıma geçiren sendin sevgilim. Ama acımadı, gerçekten. Ve endişelenme kimseye bundan bahsetmeyeceğim."
Tuvalim giderek daha çok kırmızıya boyanıyordu. Lisa hastaydı, Lisa gerçekten hastaydı.
"Lisa tutun bana. Geçecek, birazdan geçecek."
Kollarını omzuma dolarken hala "Acımıyor Jongin, sen yanımdayken acımıyor." diyordu.
⚫
"Lisa hanımın eşi siz misiniz? Doktor bey sizinle görüşmek istiyor."
Bekleme odasında Lisa'nın dikişlerinin atılmasını beklerken hemşirenin cılız sesiyle irkilerek kafamı kaldırdım. Hemşire kızıl küt saçlara sahip sıska bir kızdı, hatta o kadar sıskaydı ki üniforması üç beden büyük gibi duruyordu üzerinde.
"E-evet benim. Geliyorum."
Evet eşiydim. Zerre kadar bağlılık hissetmesem de ben Lisa'nın eşiydim. Hemşirenin tarif ettiği yolu izleyerek doktorun maun kaplama kapısının önünde durdum.
Prof. Dr. Kim Joon Myeon
Usulca kapıyı tıklatarak aynı yavaşlıkla doktorun işaret ettiği koltuklara oturdum. Masada oturmuş Harry Potter gözlüklerinin kopyası sandığım gözlüklerle bana bakan adam, profesör olamayacak kadar gençti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Black Pearl ●
FanfictionSiyah. Tüm renkleri içinde barındıran ama hiçbiri olmayan tek renk. Ben Kim Jongin, Siyah'ını arayan bir karanlıktım. Zifiri karanlık. Ve Siyah'ımı hiçbir gökkuşağına değişmezdim. Çünkü Siyah Kyungsoo'ydu. O siyahtı, ben zifiri. ● #blackpearl