Bir varlığın canınızı yakabilmesi için somut olması gerekir. Silah gibi, bıçak gibi, taş gibi. Peki sizin hiç dokunamadığınız, hissedemediğiniz varlıklar tarafından canınız yakıldı mı? Doğmamış geleceğinizin sancısı nefesinizi kesti mi hiç? Can veren hayallerinizin acısı hissizleştirdi mi sizi?Kelimeler miydi sizi bu kadar yaralayan? Etinize batan, parçalanmış umudunuzun keskin uçlu parçaları mıydı? Nefesinizi kesen, acının kesif, unutulmaz kokusu muydu? Kelimeler acıtıyordu evet. Kelimeler, kemiğinize batmış bir bıçak kadar yakıyordu canınızı.
Tırnaklarımla avuç içimi parçalarcasına sıkmaya son verdiğimde yatağımda cenin pozisyonunda yatmış bir haldeydim. Bunalım pozisyonu. Sanki daha fazla küçülürseniz yok olurdunuz, böylece artık kimse sizi yaralayamazdı. Sanki daha fazla küçülürseniz, bir zerre olursanız, onun kalbinde yer alabilmek için biraz daha umutlu olurdunuz. Küçücük bir zerre kocaman bir kalpte fazlalık yapmazdı çünkü.
Dolan gözlerimin yaşlar tarafından istila edilmemesi için gözlerimi tavana diktim. Her zamanki gibi "Erkekler ağlamaz Kim Jongin!" diye fısıldadım kendime. Bu yaşıma kadar ağlamamıştım, bundan sonra da ağlamayacaktım.
Melankolik ruh halimin tek sebebi vardı. Kyungsoo artık siyah değildi. Karanlığında sakladığı hüznünü, gülüşünü çoktan birisine armağan etmişti. Çoktan açmıştı tozlu sandığını bir başkasına.
Sorun Kyungsoo'nun bir ilişki içinde olması değildi, tamam belki bu da büyük bir sorundu, çok büyük bir sorundu ama daha büyük bir sorunumuz vardı. Ben Kim Jongin, o kızla, Eunmin denilen o çelimsizle aynı evi paylaşmak zorunda kalacaktım.
Kyungsoo o kızla aynı yorganın altında ısınacak ve bende yan odalarında zerre kadar küçülmeyi, hiç olmayı bekleyecektim. Belki de elele tutuştuklarını, sarılarak film izlediklerini izleyecektim sessizce. Olası görüntüleri beynimde canlandırdıkça gözlerim puslanıyor ve ben bu duruma engel olmak için tekrar tekrar fısıldıyordum kendime.
'Erkekler ağlamaz Kim Jongin, erkekler ağlamaz!'
Kendimi daima güçlü bulan ben, bunları yaşamaya korkuyordum, kahkahalarına sağır olmam gerekiyordu, dudakları buluştuğunda kör olmam gerekiyordu. Ama ben bunları kaldırabilecek gücü bulamıyordum kendimde. Bu yüzden kaçacaktım. Masalıma başlamadan son verecektim. Bu yüzden masalım sadece tek satırdan oluşacaktı.
"Bir varmış bir yokmuş, ben varım, o yok."
Yarın tek gecelik evime ve ev arkadaşıma veda edecektim. Bu durum beni üzüyordu, tahmin edemeyeceğim kadar kırılıyordu her zerrem ama bir o kadar da kızgındım. Ve kızgınlığım şuan yeryüzündeki en saçma şeydi. Zorla onun ev arkadaşı olmuştum ama şuan gelmiş sevgilisi eve geldiği için utanmadan kızıyordum ona. Tanrım, Kim Jongin, ne zamandır bu kadar aptalsın?
Kyungsoo bana hiçbir şekilde umut vaat etmemişken benim ona bu kadar bağlanmam aptallıktan daha öte bir durumdu. Kyungsoo'ya karşı hissettiklerim yüzünden aptaldım, Lisa'ya yaşattıklarım yüzünden aşağılıktım, kendime itiraf edemediklerim yüzünden korkaktım, o kahve gözler yüzünden ise âşıktım.
Uyanmak istemediğim bir sabah için kapatıyordum gözkapaklarımı. Karanlık büyüdü ve ben yok oldum.
⚫
"Evet, düşündüm de ben bu kadar küçük bir yerde yaşayamam." Konuşurken yüzüme alaycı bir gülümseme oturtmak için gösterdiğim çaba takdire şayandı.
"Dün çok istekli görünüyordun ama. Dünkü söylediklerimden dolayı kırıldın mı yoksa?"
Gözlerinde gördüğüm endişenin gerçek olmasını o kadar çok isterdim ki. Bir an olsun gerçekten gözbebeklerinde bana dair bir iz olsun istedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Black Pearl ●
FanfictionSiyah. Tüm renkleri içinde barındıran ama hiçbiri olmayan tek renk. Ben Kim Jongin, Siyah'ını arayan bir karanlıktım. Zifiri karanlık. Ve Siyah'ımı hiçbir gökkuşağına değişmezdim. Çünkü Siyah Kyungsoo'ydu. O siyahtı, ben zifiri. ● #blackpearl