Sessizliği duyabilirsiniz.
En azından ben şuan Do Kyungsoo'nun sessiz çığlıklarını duyabiliyordum. Öyle sessizdi ki çığlıkları, kalbimi kalbine dayamam gerekmişti duyabilmek için. Öyle ürkekti ki gözkapaklarının titreyişi, parmak uçlarımda var olduğunu sandığım şifayı bulaştırmak istedim kirpiklerine.
Evet, ismi Do Kyungsoo. Ben de az önce öğrenmiştim. Ve tabii ki de etkilenmemiştim. Zerre kadar umrumda değildi sesi, duruşu, gözleri. Ayrıca hayır, yıllardır gram hızlanmayan kalp vuruşlarım şuan deli gibi atmıyordu. Tanrım, avuç içlerim ıslanmadı hayır!
Kyungsoo şarkısını söyleyip seçme salonundan çıkana kadar bir salise bile çekmemiştim gözlerimi ağır ağır ilerleyen vücudundan. Olamazdı. Sabah takside terör estiren o küçük yaratık az önce tüylerimi hazırola geçirecek kadar güzel bir sese sahip olamazdı!
Gözlerimiz sadece bir saniyeliğine buluştu. Bana saatler kadar uzun gelen bir saniye. İşte tam o sırada tüm sesler sustu, dünyanın diğer ucundaki bir bebeğin ağlaması dindi, bir su damlası yere düşmek üzereyken havada asılı kaldı. Sadece sessizliğin sesini dinledik bir saniye boyunca. Kahve gözbebeklerine oturan gözbebeklerim hiç ayrılmak istemedi oradan. Bir saniye sonra ise Kyungsoo kafasını yere indirerek sessizce çıktı seçme salonundan.
Lanet olsun ki deli gibi etkilenmiştim. Vücudumun verdiği tepkiler ise beni daha fazla şaşkınlığa sürüklüyordu. Nabzım hızlanıyor, avuç içlerim utanç verici derecede nemleniyor, diyaframımın alt kısmı belli belirsiz kasılıyordu. Hava almalıydım. Evet, acilen oksijene hasret kalan ciğerlerime oksijen depolamalıydım.
"Beş dakika mola veriyoruz." Fazla kesin bir dille konuştuğumun farkına varıp hafifçe sırıttım. "Yani mola mı versek?"
Diğer jüriler sanki bu cümleyi söylememi bekliyormuş gibi memnun mırıltılar eşliğinde ayaklandı. Lisa'nın bakışları ise şüphe doluydu. Aldırmamaya çalışarak kapıya doğru ilerledim.
Bahçeye çıktığımda nefesimi gürültülü bir şekilde bırakarak üstümdeki şaşkınlığı atmak için gözlerimi kapattım. Hayaldi. Evet Kim Jongin, o ses bir hayaldi. Gözkapaklarımı yavaşça araladığımda sağ tarafımdaki bankta oturan bedene çevirdim gözlerimi. Siyah pantolonunun paçaları bir- iki kez kıvrılmıştı. Üzerinde siyah düz bir kazak vardı, sadeydi tüm kıyafeti. Göze çarpan tek şey siyahın içinde boğulmuş siyaha yakın gözleriydi. Sanırım doğuştan torpilliydi bu çocuk. Yoksa estetik ameliyatla gözlerini büyüten milyonlarca insanın olduğu bir ülkede böyle büyük gözlere sahip olmanın başka bir açıklaması olamazdı.
O tarafa doğru yürümek ile hiç muhattap olmamak arasında gidip geldim bir süre. Tam adımlarımı öne doğru sürecekken başını kaldırdı ve alnına düşmüş saçlarının arasından sıyrılmış bakışları bakışlarımı buldu.
Bir insanın gözlerine, bakışlarımı çekmeden uzun süre baktığımı hatırlamıyorum. Fakat bir sorunumuz vardı ki ben Kyungsoo'nun gözlerinden gözlerimi çekemiyordum. Onun gözleri mıknatısın zıt kutbuydu sanki. Bakışlarımı çekmek için ne kadar çabalarsam çabalayayım yine de haylazca buluyordu gözlerim kahve gözlerini.
"Bu okulda öğrenci olduğunu bilmiyordum."
Gözlerimi hala çekmeden oturduğu banka doğru ilerledim.
"Normal değil mi? Alnımda yazmıyor sonuçta öğrenci olduğum."
Sabahki olayın gerginliğini hala atamamıştı üzerinden anlaşılan. Ve evet, bilmiş cümleleri beni hala çileden çıkarıyordu.
"Herneyse, sabahki tanışmamız biraz gergindi."
Gergin kelimesini söylerken ellerimle hayali bir tırnak işareti yaptıktan sonra elimi hızlıca öne doğru uzattım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Black Pearl ●
FanficSiyah. Tüm renkleri içinde barındıran ama hiçbiri olmayan tek renk. Ben Kim Jongin, Siyah'ını arayan bir karanlıktım. Zifiri karanlık. Ve Siyah'ımı hiçbir gökkuşağına değişmezdim. Çünkü Siyah Kyungsoo'ydu. O siyahtı, ben zifiri. ● #blackpearl