Havaalanında kulaklıklarımı takmış müzik dinliyordum. Bütün arkadaşlarımla birgün önceden vedalaşmış uçak sabah çok erken saatte olduğu için onları yormak istememiştim. Uçağın vakti geldiğinde ayaklarımı sürüye sürüye uçağa bindim. Annemlerin yüzüne bakmıyordum. 3 buçuk saatlik uçak yolculuğumuzdan ardından Türkiye'nin yeşilliğinin aksine kum rengiydi heryer. Uçaktan indiğimizde kuru bir soğuk yüzüme çarpmıştı. Şubat ayında olduğumuzdan dolayı soğuktu. Uzun siyah bir palto giymiştim, annem her zamanki gibi ferrace giymişti. Havaalanında daha çok umreye gelen kişiler vardı. Farklı farklı ülkelerden buraya gelenler...Babamın arkadaşı bizi karşılamaya geldi babamla sıcak bir kucaklaşmanın ardından bize dönerek gülümsedi ve hoşgeldiniz dedi. Sahte bir gülümsemeyle karşılık verdim.
Arabaya binip yolda giderken buradaki her kadının ferraceli oluşu ve adamların da elbise giyişi dikkatimi çekti. Ve Türkiye'nin aksine sokaklar çok farklıydı. Arabanın yavaşlamasıyla eve geldiğimizi anladım. Normal diyebileceğimiz bir apartmandı. Bizi getiren amcayla vedalaşıp eve girdik hiç içim ısınmamıştı krem rengi fayansları eve girdiğimizde küçük bir hol karşılıyordu hemen sol tarafında banyo biraz ilerisinde oturma odası onun yanında yatak odası karşıda bir hol daha bulunuyordu ve orada da yeni odam (!),mutfak, banyo ve misafir odası vardı. Biz gelmeden döşenmişti ev. Odamda tek kişilik bir yatak komidin çalışma masası ve dolap vardı. Eşyalarımı yerleştirirken hiçbir şey hissetmiyordum kulağımda yine kulaklıklarım vardı. Bir haftadır da ruh gibi dolaşıyordum zaten. Şimdiden kaç kilometre uzaktaydım sevdiklerime, kaç tane yol, kaç tane şehir, kaç tane ülke vardı aramızda. Gözlerim dolduğunda beni düşüncelerimden ayıran kapının sesi oldu. Müziğin bittiğini farketmemiştim. Odamdan çıktığımda annemler babamın arkadaşının yemek getirdiğini söylemişti. Bir iki lokma zar zor yerken kendimi yatağın kollarına bıraktım. Müziğin de yardımıyla uyuyup kalmışım.
Bir hafta sonra..
Internet bağlanınca hemen arkadaşlarımla konuşup onları ne kadar özlediğimi farketmiştim ve Türk okuluna kaydımı yaptırmıştık. Burada bir Türk okulunun olması ilginç bir şeydi. Lacivert pantolon/etek-mavi gömlekti formaları. Şuan lacivert pantolunum olmadığından siyahı giymiştim üzerine de mavi gömleğim. Okula babamla birlikte gittik kız ve erkek okulu ayrıydı. Üzerime ferrace (burada abaye dediklerini öğrendiğim) şeyi giymek zorundaydım ve başımı örtmek. Okula girdiğimde çok şaşırdım. Burası bir okula göre fazla küçük değil miydi? Ve bahçenin üstü hep kapatılmıştı gökyüzünü göremiyordum. Bir kız sayesinde müdür yardımcısının odasını bulmuştum bana baktığında ilk önce bir süzdü yeni kız olduğumu hemen anlamıştı ve okula uygun giyinmedigimi vs vs vs ama yeni olduğum için hoş görebileceklerini...İlk günden bunları duymak zorunda mıydım? En sonunda yönlendirmesiyle sınıfıma gelmiştim. Bütün kızlar bana bakıyordu kızlar dedim çünkü burada erkek nâmına hiçbir şey yoktu erkek sinek bile girmediğine eminim. Öğretmenin geleceğimden haberi varmış gibi gözüküyordu. Bize kendini tanıtmak ister misin dediğinde "Adım Hanne Antalyalıyım babamın işi yüzünden buraya geldik." dedim. Herkes beklenti içinde bana bakıyordu daha ne söylememi bekliyorlardı ki! Öğretmen boş bir yere oturabileceğimi söyledi. Gözüme kestirdiğim sıraya oturdum. Diğer kızlar kaçamak da olsa beni incelerken yanımdaki kız kafasını kitaptan kaldırıp da oralı olamıştı. Ancak geldiğimi farkettiğinde sıcak bir gülümsemeyle bana döndü ve "Hoşgeldin ben Zeynep" dedi. Sahte bir gülümsemeyle çok hoş buldum çok diye mırıldandım. Efendim dediğinde hiiiiç deyince pek takmamış gibi gözükerek kitabına geri döndü. Çoğu derste derse giren öğretmen kendimi tanıtmamı istemiş, olabildiğince kısa kesmiş ve konuşmaya niyetim olmadığını anlayınca onlar da soru sormayı kesmişti. Aşırı sıkıcı bir günün ardından eve geldim ve kendimi yatağa attım. Ben bu okula nasıl dayanacaktım.