Kraliçe, genç ve güzeldi. Gümüş rengine çalan saç rengi, uzaktan bile dikkat çeken mavi gözleriyle olduğundan daha genç gösteriyordu. Eléanor Sarayı'na geldiği ilk günü çok iyi hatırlıyordu. Kralı onu savaşın ortasında ağlarken bulmuştu, o zamanlar kral gençti, çok yakışıklıydı. Elizabeth, onu gördüğünde korkmuştu. Öleceğini sanmıştı ve krala yalvarmaya başlamıştı. "Ben sizin topraklarınızın kızıyım, majesteleri." diye haykırmıştı.
Robert Wilson kıza ilk bakışta aşık olmuştu. Askerlerine onu saraya götürmesini emretmiş, daha sonra onunla evlenmişti.
"Soylu birini kraliçe yapmak istemez miydiniz, majesteleri?" diye sormuştu bir çok kişi. Ama Kral, Elizabeth'e gerçekten aşıktı ve onun aşağılanmasına bile izin vermemişti. "Ben aşık olduğum biriyle evlendiğim için mutluyum." diye cevap vermişti böyle sorulara.
Şimdi kadın aynaya bakarken eskileri hatırlıyordu. Aylar sonra torunu olacaktı. Bu onur vericiydi ama aynı zamanda yaşlandığı anlamına geliyordu. "Eskisi kadar güzelsiniz, kraliçem." dedi Rebekah kraliçenin yanına yaklaşarak. Rebekah, Kral Robert'ın kız kardeşlerinden biriydi. Kahverengi gözleri, uzun saçları vardı. Gülümsediğinde dişleri ortaya çıkıyordu. Güzel bir bayandı, ama henüz evlenmemişti. Karşısına çıkan o kadar talibi kabul etmeyecek kadar aşka inanıyordu.
Kısa süre sonra kapı çaldı, içeriye oldukça şişman olan, kafasında bir tel saçı kalmamış bir adam girdi. "Kraliçem, Bayan Evelyn sarayımıza getirildi."
"Diğer kız?" dedi Rebekah heyecanla.
"Diğer kız kayıp." dedi adam. Bu onun suçu değildi ama konuşurken kafasını öne eğmiş, hafif de kızarmaya başlamıştı. Kel olması kızardığında komik görünmesine neden oluyordu.
Rebekah'ın suratındaki mutluluk bir anda yok oldu.
"Bunun hesabını Lord Lucas kralımıza verecektir." Adam korkuyla kafasını salladı. "Elbette verecektir, majesteleri."
"Kızı içeri al." diye emir verdi kraliçe. Bu sırada Rebekah masaya doğru eğilmiş, bardağına şarap dolduruyordu. Evelyn içeri yavaş adımlarla girdi. Kafasını hafifçe aşağı eğmiş, halının desenlerini izliyordu. Kraliçeye bakmaya korkuyor çünkü bu krallığın kurallarını bilmiyordu. Belki de ona bakmak büyük bir cezaya neden olacaktı.
"Kafanı kaldırabilirsin." dedi Kraliçe nazik bir tavırla. Bu Eve'i sevindirmişti. Onun nazik ve merhametli olabileceğini düşünmeye başlamıştı. "Gerçekten güzel bir kızsın. Herkes prenses olmak için doğduğunu söylerdi." Evelyn yüzünde yayılmaya çalışan gülümsemeyi zor olsada durdurdu. "Ama bu, Eléanor'da prenses olduğun anlamına gelmez."
"Biliyorum, efendim." diye mırıldanarak cevap verdi.
"Majesteleri diyeceksin." Rebekah bir anda lafa atladı. "Sizin orda kraliçelere ne diyorlar?"
"Ben... Özür dilerim." Kız korkmaya başlamıştı.
"Bu bir özür..."
"Özüre gerek yok." Rebekah tekrar konuşmaya başlayacaktı ki, kraliçe onu susturdu. "Öğrenecek. Yavaş olsa da öğrenecek. Nasıl olsa burada kalıcı."
Kısa süre sonra biri kapıya iki kez vurdu. Kraliçe gelmesini söylediği anda tahta kapı gıcırtıyla açıldı. İçeri kızıl, uzun saçlı bir kadın girdi. Mavi gözleri küçüktü ve yorgun görünüyordu. İnce ve kuru dudaklara sahipti.
"Hoşgeldin, kızım." diye seslendi kraliçe gülümseyerek. Ama bu gülümsemenin yapmacık olduğu çok belli oluyordu. Kraliçe Elizabeth hiçbir zaman bu kızın oğluyla evlenmesini istememişti. Çünkü prenses, Esmerald kanından değildi. Kraliçe Rhaenna Lyanson, kraliyet ailesinin tek varisiydi. Başka kardeşi olmadığı için, ilk kez tahta bir kadın geçmişti. Prenses Serena, prenses bile sayılmazdı. Rhaenna'nın halktan gelme bir lorddan olma çocuğuydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuğunun Dansı
Historical Fiction"Sarayda hataya yer yoktur." Eléanor ve Wialyso arasında yıllar boyu süre gelen düşmanlık sonunda büyük bir savaşla son bulmuştu. Wialyso'nun kral ve kraliçesi öldürülmüş, Prenses Evelyn ise kardeşiyle birlikte bir kulede tutsak olarak yaşamaya başl...