Arkadaşlık.
Dünyadaki çoğu insan için önemli bir kavram. Alışverişe çıkmak için, dedikodu yapmak için, kuaföre gitmek için, parti yapmak hatta belki tatile çıkmak için ihtiyaç duyulan kişiler. Peki ya gerçekten ne demek arkadaşlık? Kendi bencilliğimiz içinde savurup götürebileceğimiz, işimiz bittiğinde çöp gibi atacağımız insanlar yığını mı?Yoksa karşılıklı birbirinden faydalanan, bağırsak parazitleriyle bağırsağın ilişkisi gibi mi?
Bizi ayıplarlar bir de, hor görürler. Ama bizde öyle bir şey vardır ki, arkadaş dediğimiz insanın bizi satmayacağını adımız gibi biliriz.
Biz kimmiyiz ?
Yetimhane çocukları.
Evet. Bir çok kişinin acıyarak baktığı, tiksindiği, çocuklarına örnek gösterip korkuttuğu, bütün insanlar tarafından her türlü suçu işleme potansiyeli yüksek görülen , 'annesi babası bile sevmemiş, biz ne yapalım?' mantığıyla yaklaşılan doğuştan şanssız insanlarız.
Sanki uzaydan gelmişiz gibi, yaşadıklarımızı biz istemişiz gibi suçlanan, itilip katılan,hor görülenleriz.
İşte bu hengamenin arasında eğer sıkı bir dostunuz varsa, yaşadıklarınızı atlatmak daha kolay. Yaşıtlarınızın giydikleri, yedikleri,içtikleri, kıyafetleri, hele hele okuldan çıkınca ailelerinin yanına gittiklerini bildiğiniz düşüncesi size daha az koyar o zaman. Siz de arkadaşınızla aile olmuşsunuzdur. En azından öyle düşünmek istersiniz.
Sonuç olarak bizde böyle geldik bu günlere Melis'le. Sırt sırta, omuz omuza. Birbirimize hep destek verdik, düştüğümüzde kaldırdık, yaralarımızı sardık, ağladığımızda teselli ettik, ders çalıştık. Benim bilmediğimi o öğretti bana, onun anlamadığını ben.
İlkokul 4. Sınıftan, yurttan çıkışımıza kadar aynı odada hatta yan yana yataklarda yattık. Hayaller kurduk, dua ettik gerçekleşsin diye. Çocuk aklımızla kurduğumuz bu güzel bağ hala sarsılmaz bir şekilde devam ediyor. Tek fark artık yurtta değil, kendi paramızla tuttuğumuz bu evde kalmamız.
Kendi paramız. Bizim eşyalarımız, evimiz. Bu evi tuttuğumuz ilk gece mutluluktan uyuyamadığımı hatırlıyorum da, nasıl da imkansız gelmişti bana. Bize ait bir banyo olacaktı, beş yüz kişiyle paylaşmak zorunda kalmayacaktık. Elbiselerim yerinde kalacaktı mesela, eve geldiğimde bir sürprizle karşılaşmayacaktm. İstediğimiz yemeği pişirebilecektik, istediğimiz zaman yatacak, istersek ışıkları hiç kapatmayacaktık. İstediğimiz zaman istediğimiz şeyi konuşacaktık ve en önemlisi kimsenin konuşmalarını ve gürültüsünü çekmemize gerek kalmayacaktı. Sadece Melis'le ve benim evim. Anahtarı bizde olan.
Üzerinden geçen 4 yıla rağmen hala aynıyız. Daha doğrusu aynınıydık. Melis artık farklı bir dünyaya adım atmak üzere. 2 ay sonra evleniyor.
Aslında ne ben ne Melis evlenme meraklısı birileri olmadık hiç bir zaman. Hatta biraz feminist takıldığımız doğrudur. Bu yüzdende iyi anlaşıyoruz belki. Erkek düşkünü değildik. Hiç bir zaman onların peşinde oyuncak olmadık. Bu yüzden de birbirimizi kırmadık. Aynı düşündük, aynı hareket ettik.Ama Melis'in karşısına çıkan kişi sayesinde bu düşüncelerimiz tamamen değişti. Melis'in ilk aşkı Semih. Aynı zamanda da son. Masallardaki gibi bir aşktı diyemem. Aslında gayet sıradan ilerledi her şey. Melis devlete ait bir kurumda memur olarak çalışmakta. Semih ise bir sosyal sorumluluk projesi için çalıştığı zamanlarda Melis'in kurumuna gelmiş böylece beraber iş yaparken tanışmışlar. İlk başta masum bir çay kahve içmekle başlayan bu arkadaşlık Melis'in tereddütlerine rağmen Semih'i kararlı duruşu ve samimiyeti sayesinde bu günlere geldi.