Herkesin dünyaya gelme amacı vardır derler. Her canlının. Kedilerin, köpeklerin, kuşların, yunusların,yerin altındaki köstebeklerin, karıncaların. Ve tabi insanlarında. Kimisi geliş nedenini bulur, üstüne üstlük bunu para kazanabileceği bir meslek haline getirir. Bu insanlar en şanslı gruptur. Kimisi de hobi olarak yapar amacını. Çünkü ya mesleğini eline aldıktan sonra anlamıştır amacının ne olduğunu -ki cesareti yoksa ölene kadar böyle devam eder- yada ailesi şu bilindik doktor, mühendis takıntısı olan ailelerdendir. Bu insanlar yarı şanslı gruba girerler. Çünkü hayattaki amacını hiç bulamamış insanlar vardır. Şansız gruba girerler bunlar. Ya başka başka işlere hizmet ederler, yada amaçsızca ölecekler günü beklerler.
İşte şuan aynadan baktığım kadın yaşama nedenini bulmuş ve bundan inanılmaz zevk alan bir insan. Kim mi bu kadın? Düğünlerde gördüğümüz, o hep bahsi geçen görümce saçını yapan kuaför. İki saattir kuafördeyiz ve ben yaklaşık on beş dakikadır saçlarımda bülbül yuvası istemediğimi, altı üstü iki yandan, ince narin bir örgüyle birleştirilmiş topuz istediğimi anlatmaktayım. Ama o saçlarımın kıvırcık olması sebebi ile önünde bol lüleleri olan dağınık topuz yapmakta ısrarcı.
'Hanımefendi! Daha kaç dakika sürecek bu ısrarcılığınız? Ona göre bende başka yere gideyim.' dedim.
'Bak gülüm-' demeden kadının lafını kestim. Bana bu tarz, aslında her tarz sevgi sözcüğü ile hitap edilmesinden nefret ederdim. Heleki şuan ki gibi, birbirlerini hiç tanımayan insanların aniden sevgi sözcüklerinin boğulması beni çileden çıkarırdı.
'Lütfen gereksiz samimiyetin lüzumu yok. Yapacak mısınız? ' diye bu sefer bastıra bastıra sordum.
'Tamam hanımefendi, siz nasıl isterseniz' dedi sonunda pes ederek. Hanımefendinin üstüne bastırmıştı O'da. Şairler gibi karşılıklı atışıyorduk sanki. Ne kadar gerildiğinide hissedebiliyordum. Ki kasada duran daha iri yarı, yüzünden ciddiyet akan kadına attığı bakışlardan belliydi.
Neyseki ellerini çabuk tuttularda, birdaha hiçbir tartışma yaşamadan ordan çıkabilecektik. Melis'in gelinliğiyle merdivenlerden inmesine yardımcı olurken bir yandan da poşetleri taşıyordum ki bizi bekleyen Semih'i gördüm.
'Semih şu poşetleri alsana kolumu hissetmiyorum.' dedim. Semih'e baktığımdaysa sanki hiç beni duymamışçasına Melis'e bakmaya devam ediyordu.
'Semih!' diye tekrar bağırdım ama O orada öylece durmuş, heykel gibi dikiliyordu. Onu öyle görünce Semih'in Melis'i ilk kez gelinlikle gördüğü aklıma geldi. Ve Semih yaklaşık üç aydır yapılan düğün hazırlıklarının etkilenmemiş, Melis'i gelinlikle gördüğü ilk an dumura uğramıştı.
'Ohoo! Siz böyle bakışmaya devam edecek misiniz? Cidden şu an sol kolumu hissetmiyorum' dedim ve sonunda Semih aramıza katıldı da beni çektiğim çileden kurtardı. Poşetleri ona verdim ve Melis'in o etekle merdivenlerden inmesine yardım ettim. Melis dantelli kalın askısı, içinde küçük pırıltılar bulunduran üst kısmı, kabarık ve birkaç yerinde aşkıyla aynı danteli taşıyan eteğiyle çok hoş bir gelindi. Saçları sıkı kalın bir topuzdu ve duvağının ucunda bir kaç belli belirsiz taş vardı. Sade, şık ve güzel.
Bense Melis'in seçtiği koyu bordo, ince askılı, uzun bir elbise giymiştim. Ayakkabılarım düz siyah, özelliksizdi. Ben karşı çıkarım diye, son anda göstermişti bana bu elbiseyi Melis. Ama aksine ben çok sevmiştim. Rujumda koyu bordo yapmış, gözlerime abartısız bir şey istemiştim.
Melis'in nedimesi olarak ben ve iş yerinden iki arkadaşı vardı. Semih'in de bu nedenle üç nedim seçmesi gerekiyordu ve diğerleri ile çekim mekanında buluşacaktık. Melis'i binbir zahmetle düğün arabasına bindirdikten sonra nihayet mekana vardık. Şehrin biraz dışında olduğu için yeşilliği bol,ağaçların arasında sakladığı göl nedeni ilede tam da bu iş için var olan bir yerdi.