Vedalaşmamız bittiğinde bende okuldan çıkıp evime gittim. Hüzünlenmiştim bugün. Bana onu hatırlatan her anıda biraz daha ufalanıyordum. Ne zaman bitecekti içimdeki bu acı, bu aşk. Öğleyi biraz geçmişti zaman, acıkmıştım da. Bir şeyler yemek için mutfağa yöneldiğim o sırada kapı çaldı. Gelen bir posta kuryesiydi. Bana bir mektup vardı Türkiye'den. Zarfın üstünde Selim'in adını görünce birden heyecanlandım. Ali ve benim çok yakın arkadaşımızdı Selim. Uzun zamandır konuşmuyor, görüşmüyorduk. Zarfı açtım. İçinden birkaç eski fotoğraf, bir mektup ve bir nikah davetiyesi çıktı. Selim ve Ayşen'in nikahı. Zaman nede acımasızdı, hızla akıyor ve önüne kattığı ne varsa kendisiyle birlikte sürüklüyordu. Büyük bir acı kapladı içimi yine tutamadım sulu gözlerimi. Ama bir yandan da seviniyordum onlar için. Sevgiliye hasret olmak nedir iyi bilirim çünkü.
Düğün önümüzdeki haftaymış. Ama nasıl giderim oraya herkes orada olacak. Kalbim yeniden parçalanacak. Dayanır mı buna yüreğim, bilmiyorum.
Selim mektupta uzun uzun bahsetmiş herkesten. Düğünde mutlaka beni görmesi gerektiğini Aliden bana son bir mektup olduğunu yazmıştı. Elim yüzüklerimize gidiyordu yine. Sanki ben onlara dokununca o bunu hissedecekti. Ona dokunur gibi dokunuyordum yüzüklerimize, ruhumla hissederek dokunuyordum.
Ne yapacaktım şimdi. İstanbul'a gitmek için henüz hazır değildim. Bahane üstüne bahane üretiyordum. Kalbim git, sevdiğinin toprağını kokla dese de cesaretim bunu yapmaya. Fotoğraflarımıza baktım uzun uzun. Beş altı sene evvel çekilmiş bu fotoğraflarsa mutlu insanlar vardı. Bu fotoğrafta kahkahasını buradan duyabildiğim ben, unuttum şimdi gülmeyi, öylesi hoyrat, başına buyruk, ardını düşünmeden yaşayabilmeyi.
Şimdi düğüne gitmeli miyim bunu düşünüyordum. Bir yandan bir şeyler yiyor bir yandan kendi kendime konuşuyordum. Okulda kapandı, uzun bir tatilin ilk günüydü bugün. Annem ve babam geleceklerdi birkaç gün sonra. Her tatil olduğu gibi onlarlar zaman geçirerek mutlu olacaktım. Tüm bu düşüncelerden zihnim bunalmıştı. Bir fotoğrafı aldım masadan, pencerenin önündeki emektar kanepeye uzandım. Fotoğrafa bakarken uyuyakalmışım. Uyandığımda odanın tüm renkleri griye bulanmış, güneş çoktan kendi köşesine çekilmişti. Öyle bir rüya görmüştüm ki biran kendimi Ali'nin dizlerinde uyuyor sandım. Ter içinde kalmıştım. Rüyamda onu görmemin anlamı neydi? Saçlarımı okşayıp bana bakıyordu. Hiç gözlerini çevirmiyordu benden. Oda şimdiki gibi griydi, yalnız sokak lambasının ışığı vuruyordu üzerimize. Ali'nin gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Sonra odanın penceresinden beyaz bir güvercin girdi ve ben birden gözlerimi açtım, uyanıvermiştim o güzel rüyadan. Ne ağlayabilmiştim ne de yattığım yerden kalka bilmiştim. Fotoğrafı aradım bir telaşla, baktım ki yere düşmüş, eğildim aldım hemen. Işıkları açtığımda saat epey geç olmuştu. Bunca zaman öylece oturmuş ne yapacağımı düşünmüştüm. Bu beklide hiç iyi bir fikir değildi ama artık yüzleşmeliydim gerçeklerle. Bile bile kaçmaya devam edemezdim. O beyaz güvercin benim özgürlüğüm, beraatimdi. Öyle olmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üç Kalp
RandomBir bedende 'Üç Kalp' yaşamanın ağırlığıyla Araf'ta kalmış, geçmişi ve geleceği arasında sıkışmış, hayata ve Aşk'a karşı tüm inancını yitirmiş genç bir kadının yeniden aşkı bulmasının öyküsü bu. ... Derin sularda bir ses aradım durdum yıllarca Sustu...