Bölüm Bir: AV VE AVCI

115 8 3
                                    

Belgeseller de hep izlemişimdir aslan ile ceylanın avını. Aslan yavaş adımlarla yaklaşır önce, avını ürkütmemeye çalışır. Öyle sessizdir ki, ceylan çok iyi duyulara sahip olduğu halde bazen onu duyamadan, ne olduğunu anlayamadan yem olur. Tıpkı benim birazdan saldıracağım avım gibi. Üzerimde her avımda giyindiğim kimliğimi belirtmeyen kıyafetlerim vardı. Avlanırken karşımdaki avın öleceğini bilsem de yüzümü, sesimi yada kimliğimi belli edecek herhangi bir şeyi göstermezdim. Ölsün yada ölmesin tedbiri elden bırakmamak gerekirdi. Bu, kusursuzluğun ilk adımıydı. Çoğu meslektaşım -ki bu sözcüğü tamamen alay amaçlı kullanırım- hep bu hatayı yaparlar. Karşılarındaki kurbanlarını küçümser hemen öleceklerini düşünürler. Hâlbuki insanlar tuhaftır. Yaşamak için her şeyi yapabilecek yaratıkların ölümüne garanti gözüyle bakmak aptallıktan başka bir şey değildir. Avım peşindeki avcısından habersiz aylak aylak ara sokaklarda dolaşıyordu. Girdiği sokağı görünce tebessümüme engel olamadım. Her şey planladığım gibiydi. Bu avımı, tam bir aydır gözlemliyordum artık her hareketini ezberlemiştim. Her avımın üzerine hareketlerini kavrayacak kadar çalışırdım. Kim olduklarını saptardım. Değer verdikleri insanları öğrenirdim. Çabama değip değmeyeceğini araştırırdım. Öyle ki bazen onlarla tanışıp sohbet ederdim. Zamanla onları kendilerinden bile daha iyi tanırdım. Bazen dost olurdum onlarla. Güvenlerini kazanırdım. Ama asla kazandığım güvenleriyle onları tuzağa çekmezdim. Vicdanımın sızlama olasılığından değil, sadece kendime yakıştıramazdım hepsi bu. Hatta bazılarıyla sohbet etmeyi severdim ve sohbetini sevdiğim insanları öldürmek gerçekten zevkliydi. Ben bunları düşünürken avım çoktan planladığım, esas oyunumun başlayacağı sokağa gelmişti. Av, avcısının planından habersiz av olacağı yere doğru ilerliyordu.Bazı avlar, onlara yaklaşıp dost olmaya çalıştığımda sanki içimdeki kötülüğü hissetmiş gibi benden uzak dururlardı. Böyle avları öldürmenin zevki suda yüzmek gibiydi, kanlarında yüzdükçe kendimi özgürleşmiş hissederdim. Verdiğim her acı daha fazlası gerekliymiş gibi tatmin ederdi beni. İşte sıradaki avımda benden uzak duranlardandı. Onu öldürürken hissedeceğim haz şimdiden kanımı ısıtmaya yetmişti. KAN'dım ben. Kanın çekiciliğine kapılıp onun rengini kendine ad sayan insandım ben. KIRMIZI'ydım ben. Kusursuzun eş anlamlısı Kırmızı...

Avım başlayacağım noktaya geldiğinde artık beni fark etmesini istediğim için arkasından yaklaştım. Her adım sesim boş sokakta yankılanıyordu. Avım başta umursamasa da adım seslerim arttıkça ürküp arkasına baktı, işte o zaman aslanı yeni fark eden ürkek bir ceylan gibi koşmaya başladı. Koşmaya başladıktan sonra oyun başlamıştı. Bende arkasından koşmaya başladım. Amacım yakalamak değildi sadece telaşa kapılıp planımın gerektirdiği yere gitmesini sağlamaktı. Ben hızlandıkça o da hızlanmaya başladı. Bu oyun gittikçe hoşuma gidiyordu, sanki koştukça huzura yaklaşıyordum. Geriye kanlarını elimde hissetmek kalmıştı. Koşarken hissettiğim huzur, kanı elimdeyken hissedeceğim huzurun yanında toz zerresi kadar bile değildi. Avıma biraz nefes alacak zaman kazandırmak için yavaşladım. Sonra gözden kaybolmasına izin verdim. Geliştirmem yıllarımı alan keskin duyularım sayesine adım seslerinden hangi sokağa girdiğini tahmin edebiliyordum. Sonra yeniden hızlandım ve avıma yetiştim. Avım panikle planımı gerçekleştireceğim eve girdi. Tam görüş alanımda olmadığını sanıyordu. Buraya kadar her şey planladığım gibiydi. Avımı o kadar iyi tanımıştım ki atacağı her adımını tahmin edebiliyordum. Alt sokağa inip evin arka kapısına ilerledim. Önceden açık bıraktığım kapıdan içeriye girdim. Avım sessizce küfürler ederek sakinleşmeye çalışıyordu. Belden aşağı küfretmeye başlayınca " Şşşşş çok ayıp ama bana böyle küfürler etmek hiç hoş değil." Deyip adım adım avıma yaklaştım. Beni görünce girdiği şoktan bir süre kurtulamadı. Sonra aniden kendine gelerek üzerime saldırmaya çalıştı. Tek bir hamleyle onu duvara çarptım. Amacım bana dokunmasını önleyip üzerinde olabildiğince az iz bırakmaktı. Kendini toparlamaya çalışırken yüzüne bir tekme savurdum. Sonra dizlerini dizlerimin arasına alarak bacağını dizinden itibaren kırdım. Böylece artık bana saldıramayacaktı. Dizini kırdığımda öyle bir çığlık atmıştı ki bir an kulak zarımın yırtıldığını hissettim. " Hadi ama saldırmasaydın dizini kırmama gerek kalmayacaktı. Topu topuna uslu uslu oturup benim sana yapacaklarımı beklemen gerekiyordu." Dizinin acısından kendinden geçince karnına bir tekme attım. Hemen bayılması hele de daha hiçbir şeye başlamamışken böyle basit bir acıda bayılması sinirlerimi bozmuştu. O hırsla bir tekme daha savurdum. Diğer odalardan birine önceden gelip kullanacağım malzemeleri koymuştum. Onları sırayla avımın olduğu odaya taşıdım. Getirdiğim sandalyeye avımı kalın bir iple bağladım. Normalde dizini kırmışsam uğraşmazdım sandalyeyle falan. Ama şu sıralar çok yorgundum. Birde avımın enerjisini çekemezdim. Avım bir süre daha baygın kalınca sıkılıp başından aşağı su dökmeye başladım. Aslında bayıldığı anda uyandırabilirdim ama gerçekten yorgundum biraz dinlenmek enerjimi toplamamı sağlamıştı. Yavaşça kendine geldi. Karşısında beni görünce gözlerini iri iri açtı. Yüzü öyle bir hal aldı ki kendimi gülmekten alıkoyamadım. Sanırım beni rüya sanmıştı yada kabus. Kendini toparlayınca yine her avımdan duyduğum klasik cümleleri kurmaya başladı. "Sen kimsin, benden ne istiyorsun?" Sözünü kestim. "Ben kimim öyle mi? Ben Kırmızı'yım,kanın rengini adı yapan Kırmızı'yım. Azrailden bile daha çok korkman gerekenim ben. Senin için ölümün o soğuk eli benim ellerim,göreceğin son insan benim ama ömrün boyunca asla görmek istemeyeceğin de tek insan benim. Gözlerime iyi bak, cehennemde karşılaştığımızda beni görüp tanımanı istiyorum, tıpkı ellerimde kanları olan diğer tüm avlarım gibi..."





KIRMIZI (ATEŞ VE KAN)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin