20 Ekim 2011
Sehun, kantinin boğucu sırasından nihayet kendini kurtardı ve elindeki iki kakaolu sütle Soojung'un oturduğu masaya yöneldi. Bir yandan da, iki masa gerilerinde oturan esmer çocuğu izliyordu. Çocukla üçüncü karşılaşmalarıydı, ve her defasında çocuğu bir yere bakarken görüyordu; Jung Soojung'a. Gözlerini kıstı ve 5 numaralı iğrenme bakışını yollayıp Soojung'un yanına geçti. Kızın yüzü kakaolu sütü görünce bir anda aydınlandı. "Yemin ediyorum dünyanın en mükemmel insanısın Sehun!"
***
Spor salonunun tribünleri dopdoluydu. Herkes oynanan futbol maçına odaklanmıştı, Soojung da dahil. Sehun yedek oyunculardan biriyle değiştirilince terini havluya silerek yedek kulübesine koştu, ve kendini sert koltuklardan birine attı. Koçları oyuncu değişimi yapacağını belirten hareketi yaparken Soojung'la gözgöze gelmişti. Soojung; Sehun'un bu oyunu sonuna kadar oynamayı ne kadar istediğini biliyordu. Başka bir oyuncuyla değiştirildiği için ne kadar üzüldüğünü de tahmin edebiliyordu. Göz göze geldikleri anda Sehun'a hayali bir öpücük gönderip göz kırptı. Sehun mesajı almıştı, Soojung telepatik olarak 'Gözümde hala en birinci sensin!' diyordu. O da gülümsedi.
Birkaç dakika içinde mola bitmişti. Sehun üçüncü şişe suyunu kafasına diktikten sonra dönüp yerine oyuna giren oyuncunun kim olduğuna baktı.
'Yok artık.' diye geçirdi içinden. Yerine giren oyuncu o esmer çocuktu. Ve çocuk, her pasından sonra başını kaldırıp tribünlere bakıyordu. Sehun bir an emin olamadı, ama aynı şey birkaç defa daha tekrarlanınca sinirle boynunu sıvazlamaya başladı.
Yine aynı çocuk, yine sürekli Soojung'u izliyor.
***
Geçen birkaç günlük aradan ve okulun neredeyse tüm çocuklarıyla yapılan internet kafe ziyaretlerinden sonra, Sehun esmer çocuğun kim olduğunu öğrenmişti. Adı Jongin'di, ve okula yeni gelmişti. Ayrıca Sehun'un anladığı kadarıyla, çocuğun gözü Soojung'dan başkasını görmüyordu.
Sehun'un bir gözü sürekli çocuğun üzerindeydi. Jongin her sabah, saat 7'de okula geliyordu. Normalde derslerin 8:30'da başladığı düşünülünce Jongin'in biraz anormal olduğu anlaşılıyordu. Sehun iki defa çocuğu gizli gizli takip ettirmiş, ve bu erken geldiği saatlerde basketbol oynadığını, yüzdüğünü, veya bunun gibi aktiviteler yaptığını öğrenmişti. Yaklaşık bir hafta sonra, kendisi de erkenden gelip ne yaptığını kendi gözleriyle görmeye karar verdi.
Sabah 6:45'de okul kapısına vardı, bir köşeye saklanıp beklemeye başladı. 15 dakika sonra Jongin belirmişti.
Önce basketbol sahasına yönelen Jongin bir süre tribünde oturdu, endişe dolu bakışlarla boş sahayı izlemeye başladı. Sanki kafasını kurcalayan bir şeyler var gibiydi. Oflayarak kalktı, okul binasına doğru yürümeye başladı. Sehun da peşindeydi. Belirli aralıklarda gizlenerek yürümeye devam etti, bu arada Jongin'in bacaklarının ve ellerinin yer yer titrediğini fark etmişti.
Jongin bu defa kütüphaneye girdi. Boş masalardan birine yerleşti, raflardaki kitaplara bir göz bile atmadan çantasından birkaç boş kağıtla kalem çıkardı.
Yaklaşık yarım saat ve yuvarlanıp yerlere fırlatılmış bir tomar kağıttan sonra, nihayet Jongin ayağa kalktı, çantasını topladı ve elinde yazdığı kağıt, sırtında çantasıyla kalkıp koridora çıktı. Yavaş ve temkinli adımlarla öğrenci dolaplarının bulunduğu koridorlardan birine yöneldi. Elindeki kağıdı özenle katladı, uzun uzun inceledi ve özenle dolaplardan birinin içine doğru ittirdi. Birkaç saniye sonraysa bu yaptığına pişman olmuş gibiydi, dolabın orasını burasını kurcaladı, şifreli kilitle oynadı, en sonunda pes ederek alnını dolaba dayadı. Bir süre öyle kaldıktan sonra çantasını yerden aldı ve düşük omuzlarla ayaklarını sürüye sürüye yürümeye başladı. Nihayet gözden kaybolduğunda, şimdiye kadarki her şeyi soluksuz izleyen Sehun az önce çocuğun uğraştığı dolaba koştu. Dolap, Soojung'unkiydi. Çabucak kilidin şifresini girdi -tabii ki birbirlerinin dolap şifrelerini biliyorlardı, 9412, asla değişmezdi- dolabı açtı. Jongin'in içeri attığı kağıt ders kitaplarının hemen üzerinde masum masum bekliyordu. Ellerinin titremesine engel olamayarak kağıdı açtı ve dakikalar önce yazılışına şahit olduğu mektubu okumaya başladı.
Soojung;
Peki, öncelikle nasıl başlamam gerektiği hakkında en ufak bir fikrim yok. Sanırım ilk iş kendimi tanıtmalıyım. Adım Kim Jongin, iki hafta önce bu okula nakil oldum. Açıkçası, seni ilk gördüğümde gözlerime inanamadım. İki yıldır blogunu ilgiyle okuduğum, her fotoğrafını, her videosunu hayranlıkla izlediğim, bir yerden sonra varlığına bile inanamadığım kızla aynı okulda olmak gerçek gibi gelmemişti çünkü. Bir süredir seni izliyorum. Nasıl gelsem de konuşsam bilemedim, arkadaşlarımı araya sokup numaranı bulursam da kızabilirsin diye düşündüm. Yani şey, yanlış anlamamı istemem. Sadece.. Peki, duygularımı açıklamada hiç iyi değilim. Acaba yüz yüze görüşmemiz mümkün mü? Eğer sen de kabul edersen akşam sekizde seni mahallendeki basketbol sahasında bekliyor olacağım. Kabul etmezsen de.. Bu ihtimali düşünmek istemiyorum ama, eğer akşam seni basketbol sahasında göremezsem beni reddettiğini varsayacağım.
-Kim Jongin.
Sehun kaşları çatık bir şekilde mektubu bitirdiğinde burnundan solumaya başlamıştı. 'Münasebetsiz.' diye geçirdi içinden ve kağıdı saniyeler içinde parça pinçik etti. Bir şey olmaz diye de geçirdi içinden, 'Çocuğun biriyle görüşmedi diye ölecek değil ya ikisi de.'
İçten içe Jongin'in bu şekilde vazgeçmesini diliyordu.
***
Soojung hışımla pedal çevirmeye başladı. Beyinsiz en yakın arkadaşı kendisini ekip okula gitmişti, ve sonuçta olan Soojung'a ve ilk dersine olmuştu. Sinirden burnundan soluyordu, okula varır varmaz ilk iş Oh Sehun'un burnuna pirinç sokup o pirincin beynine ulaştığından emin olmak olacaktı.
Okul bahçesine girince bisikletini bir köşeye kilitleyip hızlı adımlarla içeriye yöneldi. Daejong Lisesi'nde sıradan bir gündü. Sabahın 8 buçuğunda başlayan ilk dersin etkisinden hala çıkamamış öğrenciler 10 dakikalık tenefüste ayılmaya çalışıyorlardı, beden eğitimi öğretmenleri büyük ihtimal müdürle birlik olmuş, ellerinde cetvelleriyle koridorlarda yönetmeliğe uygun giyinmeyen öğrenci avına çıkmışlardı. Başını eğip sınıfına yöneldi.
İşte, en yakın arkadaşı Sehun cam kenarındaki sıranın en arkasındaydı. Önündeki, Soojung'a ait olan boş sıraya ayaklarını uzatmıştı, başı önüne eğik, uyukluyordu. Soojung yavaş adımlarla oraya ilerlemeye başladı, bir yandan da ellerini ovuşturuyordu. Dudaklarını yaladı, ve uygun yakınlığa geldiğinde Sehun'un hala uyuyor olduğundan emin oldu. Sonra, tüm gücüyle gerildi, ve Sehun'un kafasına okkalı bir tokat geçirdi.
Sehun bir anda sarsılarak uyandı, dengesini sağlayamayarak geriye doğru sandalyesinden düştü. Uykulu gözleri faltaşı gibi açılmıştı, başını yukarı kaldırıp masum masum tepesinde dikilmiş, elleri belinde duran Soojung'a baktı. "Ne var yaaa?"
Sehun boynunu sıvazlayarak kalkarken Soojung çantasını sırasına atıp gömleğinin kollarını kıvırmaya başladı. "Dökülün bakalım beyefendi, beni tam olarak niçin ektiniz? Umarım bahaneniz bir dersi kaçırmamı telafi edecek kadar yeterlidir yoksa önümüzdeki beş dakika içinde yaşanacaklardan sorumlu değilim."
Sehun yutkundu. "Şey, ben aslında, seni ekmedim, yani, teknik olarak ektim, ama aslında şeyi unuttum-" Soojung'un ellerini yumruk haline getirdiğini görünce sözü yarıda kesildi. Tekrar yutkunurken sırasının ardına geçip ellerini gardını oluşturacak şekilde havaya kaldırdı. "Sabah takımla antremanım vardı, ben de sana haber verdim sandım, erkenden geldim. Bak yemin ediyorum çok özür dilerim ama mesaj attım sanıyordum. Şey yani-"
Soojung yüzüne gelen bir tutam saçı hışımla geriye itti ve Sehun'un üzerine yürümeye başladı.
Sehun'a, kendisini ekmenin cezasını ödetecekti.