En son ki işimden iki gün sonra, sabah erkenden İn'e gittim. Şef henüz gelmemişti, bende bir köşede yemek yiyip, onu bekliyordum. Çok geçmeden, İn'in kapısının önünde, belli belirsiz ayak sesleri duymaya başladım. Ses çıkartmamaya çalışırken, elim istemsizce belimdeki tabancaya gitti. Horozu yavaşça indirirken, gözüm kapıdaydı. Olası bir durumda, ateş etmek için kendimi hazırlarken, ayak sesleri daha da duyulur hale geldi. Nefes sesim kulaklarımı tırmalarken, kapının altından içeriye sızan güneş ışığının önüne gölge düştü. Tabancayı belimden çıkartıp, kapıya doğru yönelttim. Nişan almış bir vaziyette, kapının açılmasını beklerken, dışarıdaki kişinin telefonu çaldı ve çok geçmeden telefon açıldı.
"Alo?"
Derin bir iç çekerek, tetiği boşa alıp, tabancamı yeniden belime yerleştirdim. Gelen kişi Şef'ti. Telefondaki kişiyle hararetli hararetli konuşurken, içeriye girip bana göz kırptı. Ancak telefonda konuştuğu kişi her kimse, onu çok fazla kızdırdığı alnındaki damarların şişmesinden belli oluyordu.
"Ne demek sadece yarısını alabiliriz!? Bu silahları ben sizin için ithal ettim. Diğer yarısını ne yapmamı bekliyorsunuz?"
Sıradan bir silah anlaşmazlığı olduğunu fark edince, yeniden yemeğime gömüldüm.
"Sıçtırmayın ulan paranıza! Ne diye ithal ettiriyorsunuz bana!"
Karşıdaki adamın ne söylediğini tam olarak tahmin edemedim ancak, yüzü biraz daha yumuşayınca devam etti,
"Peki, yarısını satın alacaksanız alın. Ama bir daha sizin için hiçbir şey ithal etmeyeceğim, bu son işimizdi." dedikten sonra, hırsla telefonu kapattı.
"Bir sorun mu var Şef?"
"Halledebilirim, bir sorun yok. Asıl sen şuna bak."
Elindeki gazete kupürünü önüme doğru attı.
"Yine manşetlerdesin."
Dizlerimdeki tepsiyi yanıma bırakıp, yerdeki gazete elime aldım.
ÇAKIL TAŞI İŞ BAŞINDA
"Oku bakayım, yine hakkında ne zırvalamışlar!"
Ağzımdaki lokmayı yuttuktan sonra, okumaya başladım.
"Dün öğle saatlerinde, bir otel odasında cesedi bulunan Mert Cengiz, sevenlerini yasa boğdu. Göğsünden aldığı bıçak darbesiyle hayatına son verilen Cengiz, neden öldürüldü?"
Şef her zaman ki sinirle gülümsemesiyle, gülümsedi, "Neden mi öldürüldü? Çünkü itin tekiydi!" diyerek bağırdı. Ben ise oldukça gergindim çünkü işlediğim cinayetlerde tekrar tekrar yüzleşmek hiç hoşuma gitmiyordu, her şeyin yaşandığı yerde kalması benim için daha iyi oluyordu. Devam ettim, "Odanın hiçbir yerinde parmak izi bulunmaması ve darbenin üzerine bırakılmış siyah çakıl taşı, gözleri yeniden cinayet odasına çevirdi. Daha önceki cesetlerin üzerine bırakılan çakıl taşları nedeniyle, polis diğer cinayetler arasında bir bağlantı aramaya başladı."
Daha fazla okumak istemediğim için, gazeteyi yanıma bırakıp, gözlerimi kapattım.
"Algın, neden gerginsin?"
Gözlerimi yavaşça açıp, Şef'e baktım.
"İnsanları öldürüyorum, ne kadar rahat olabilirim ki?"
Şef, şefkatle yüzüme bakarken, oturduğu tahta sandalyeden kalkıp yavaşça yanıma geldi.
"Sen suçluları öldürüyorsun Algın. Onlar suçlu, sen iyi insanları koruyorsun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇAKIL TAŞI
ActionSiyah; karanlıktır, korkudur ve yalnızlıktır. Taş ise ağırdır, çoğu zaman yüktür, kaldırmak zordur. Ben karanlığın içinde, korkularımla ve sırtımdaki yükümle yalnız kaldım. Benim adım Algın Soykan, nam-ı diğer, Çakıl Taşı.