Gözlerimi yeni yeni aralamaya başladığımda, yatağın başındaki pencereden görünen sık ağaçlara baktım. Saat kaçtı? Erken olmadığı kesindi, öğlen olduğunu tahmin edebiliyordum. Sıcak yatağın içinde gerinirken, sırtımdaki kemikler kütledi ve derin bir şekilde esneyip odanın içine göz attım. Barlas'a verdiğim ayardan sonra, ona en uzak odayı kendime mesken edinmiş, giriş kattaki küçük bir odanın yatağına kendimi bırakmıştım. Odanın içine göz atarken, diğer odaların aksine bana daha farklı geliyordu, daha yabancı. Duvarları tamamen beyazdı ve karşı duvarda, üzerinde birbirine koşan iki beyaz atın olduğu bir tuval vardı. Yatağın yanında ise iki kişilik, kırmızı bir koltuk... Oda neredeyse boştu. Sinirden deliye dönmüş bir halde odaya geldiğim ve ışığı açmaya tenezzül bile etmeden yattığım için, gece hiçbir şeyi fark edememiştim.
Üstümdeki beyaz yorganı tekmeleyerek yere atıp ayağa kalktımda biraz başım döndü. Sebebi çok uyumamdan kaynaklanıyordu. Normalde sık sık ama az uyurdum ve 7 saatlik bir uyku bile bana fazla gelirdi. Ancak son iki gündür sürekli uyuyordum.
Kapı kulbunu aşağı indirirken, kilit gürültülü bir şekilde kendini içeri çekti ve gözlerim salona döndü. Barlas camın önündeki koltukta yayvan bir şekilde oturuyordu ve bir eli dün gece yumruk yediği gözüne buz tutuyordu. Diğer gözü ise kapalıydı, belki de uyuyordu.
Odadan çıktığımı fark etmesi için öksürerek ona doğru ilerlerken, çıplak ayaklarım soğuk parkede belli başlı gıcırtılar bırakıyordu. Boşta kalan gözü aralanıp beni görünce, buzu da çekip, iki gözünü kırpıştırdı.
"Günaydın Çakıl Taşı."
Morarmış ve aynı zamanda şişmiş gözüne uzun uzun baktım. Beni deliye çevirdiğinde daha beterini yapacağımı bilmesi gerekiyordu ancak her şeyin bir sırası vardı.
"Gece buz koysan daha etkili olurdu."
Oturduğu koltuğun karşı çarprazındaki tek kişilik koltuğa oturup, gözlerimi ovuşturdum. O ise hala alayla gülüyordu, "Yerden kalkacak hal mi bıraktın?"
Ensemi terleten saçlarımı toplayacakmış gibi tepeden at kuyruğu yaptım, "Dua et, daha beterini yapmadım."
Bıkkınlıkla buzu yeniden gözüne bastırırken başını iki yana salladı. "Resmen erkek dövüyorsun."
"Gerekirse sende bir kadın döveceksin. Karşındakinin cinsiyetine bakarsan daima kaybedersin. Erkek ya da kadın değil, düşman."
Saçlarımı özgür bırakıp, yeniden omuzlarıma dökülmesine izin verdikten sonra ayağa kalktım.
"Yani dün gece sana karşılık mı vermeliydim?"
Gözlerimi kısıp, ona küçümseyici bir bakış attım, "Bu kadar cesaretli olduğunu inan sanmıyorum."
Mutfağa doğru ilerlerken, çıplak ayaklarım parkeye yapışıyor ve ayaklarımı yerden her kaldırdığımda garip bir ses bırakıyordu. Mutfağın kapısına geldiğimde arkamı dönüp Barlas'a baktım. Tek gözüyle dikkatle bana bakıyordu.
"Ama bugün sana cesaretli olmayı öğreteceğim. Dünün hırsını alabilirsin."
Yeniden mutfağa dönüp içeriye bir adım attıktan sonra, aynı adımı geri çekip, başımı yeniden Barlas'a çevirdim. "Alabilirsen."
Bir şey söylemedi ki zaten söylese bile onu dinlemeyecektim. Acıkmıştım ve düşündüğüm tek şey yemek yemekti. Diğer dolapların aksine daha küçük buz dolabını açtığımda, içerideki tek şeyin sarı ışık olduğunu görmek karnımın hüzünlü bir şekilde guruldamasına neden oldu. Ne yiyecektim şimdi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇAKIL TAŞI
ActionSiyah; karanlıktır, korkudur ve yalnızlıktır. Taş ise ağırdır, çoğu zaman yüktür, kaldırmak zordur. Ben karanlığın içinde, korkularımla ve sırtımdaki yükümle yalnız kaldım. Benim adım Algın Soykan, nam-ı diğer, Çakıl Taşı.