Arabaya bindiğimde çoktan yanımdaki koltuğa oturmuş olduğunu gördüm ancak sanki yanımda yokmuş gibi davranıyordum.
"Şimdiden anlaşalım, yolda sinirimi bozmak yok."
"Emredersiniz." dedi ancak bu sözü beni tatmin etmemişti. Neticede elini sıktığımdan beri canımı sıkmaktan başka ne yapmıştı ki? Umursamamaya çalışarak garajdan çıkıp ana yola saptığım an "Kahretsin!" diye inledim.
"Ne oldu?"
"Silahlar bagajda güpegündüz duruyor."
Sert bir şekilde U çekerken, Barlas hızlıca kapının kolunu kavradı.
"Ne o? Korktun mu sert adam?"
"Refleks."
"Birde bana sor," derken gülmeme hakim olamadım.
Arabayı yeniden gizli garaja sokup, hızlıca arabadan indim ve bagajı açtım. O sırada Barlas arabanın kapısını sertçe kapattı.
"Kapı bize lazım oluyor," dedim.
"Kapısız giderim, sorun olmaz."
Alaycı gözlerle ona baktım. "Tutunacak bir kapı kolun kalmaz ama."
Tüm silahları yere indirip, bagajın altındaki zemini kaldırdım.
"Buraya mı yerleştireceksin? Çok kolay bulunur."
Duymazlıktan gelerek işime devam etmeye çalışıyordum. Sağ üst köşedeki boşluktan elimi sokarak ağır demir zemini kaldırırken, göz ucuyla Barlas'a bakıyordum. Hayretle beni izliyordu.
"Tut şunu."
Tek eliyle kavrayınca, ben tutmayı bıraktım ve anlaşılan o ki beklediğinden çok daha ağırdı ve hızla diğer eliyle destek verdi. Yüzünde şaşkın bir ifade vardı.
"Acemisin." dedim. "Acemiler ancak iş yavaşlatır ve hata yaptırır. Örneğin sen olmasan bu silahları yerleştirmeden asla yola çıkmazdım."
"Ben olmasam hem şu ceset gibi şeyi tutup, hem silahları nasıl yerleştirmeyi düşünüyordun?"
"Bir levye işimi görürdü. İkisinin arasına sabitler, işimi halleder ve giderdim."
Son silahı da içeriye attıktan sonra, "Bırakabilirsin." dedim. Derin bir iç çekerken bıraktığı demir çok fazla ses yapınca ters ters ona baktım. Ancak o, sanki ona bakmıyormuşum gibi bagajı düzenleyip arabaya bindi. Gülmemek için kendimi tutarken bagajın kapağını kapattım ve yüzüme ciddi bir ifade takınarak arabaya bindim.
"Bir daha ki sefere levyeyi kullanıp, silahları birlikte yerleştirsek?"
"Tamam, öyle yaparız."
Yola çıkalı yarım saati geçmişti ama arabadan çıt çıkmıyordu.
"Ben sana sinirlerimi bozmak yok dedim, hiç konuşma demedim."
"Sinirinin bozulması için ağzımı açmam yetiyormuş gibi geldi bana."
"Haklısın," dedim.
Kaslı kollarını birbirine doladıktan sonra, gözlerini yoldan ayırıp bana çevirdi.
"Ancak merak ettiğim bir kaç soru var."
"Nedir?"
"Kaç yaşındasın?"
"28."
"30."
Gözlerimi ona çevirip, koyu gözlerinin içine baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇAKIL TAŞI
ActionSiyah; karanlıktır, korkudur ve yalnızlıktır. Taş ise ağırdır, çoğu zaman yüktür, kaldırmak zordur. Ben karanlığın içinde, korkularımla ve sırtımdaki yükümle yalnız kaldım. Benim adım Algın Soykan, nam-ı diğer, Çakıl Taşı.