"Sırtımızda yoksulluk taşıyorduk. Tebessüm, anlayış, sevgi, 'iman' yoksulluğu... Bilmedik değerini barışın. Ardına düştüğümüz kapitalizm çocuklarımızın kanını kirletirken sustuk. Müslüman'a sıkılan kurşunlara araç olduk. Yetmedi utanmadık "Rabia'ya ağlayan niye şehitlere ağlamıyor, Gezi'dekiler şimdi nerde, hayvan hakları savunucuları nerde?" diye türlü sorular sorduk; insanlığın kıyısından geçmeyen mazluma üzülmeyi unutan yüreklerle. Oysa her acı ayrı yakmalıydı yüreğimizi. Kuşu öldü diye küçük bir çocuğa taziyeye giden bizim Efendimiz değil miydi? Unutmadık unutmayız elbet Kerbela'yı, Velican'ı, Cengiz ağabeyi, Muhsin Başkan'ı ve daha nicelerini. Bilmedik birlik olmayı gönlümüz iman nurundan yoksun aklımızda nereye gittiğini bilmeyen acımasız bir öfke... Rabbim birliği ve kayıp ettiklerimize sadakati nasip etsin." Kalemi sanki kağıdı değil vücudunu çiziyordu. Iki gün önce çıkıp giden Eylül'ü düşünüyordu. Diğer yandan perdesini bile aralayamadığı ev iyice can sıkıcı olmuştu. Beklediği haber bir karıncanın sırtında bereketli topraklardan geçerek binbir zorluklarla geliyordu, buna inanıyordu. Fikirleri arkadaşlarına, arkadaşları Allah'a emanet, yalnızlığın irinli yaraları tüm bedenini sarıyordu.