Günler geçti ve ilk defa çıktı evinden. Çevresindeki insanlar sessizliğin doruklarını yaşıyorlardı. Bu kaos onları etkilememişti sanki. İçinden "Israfil üfle artık..." diye geçirdi. Ne kadar mümkündü bakışlarından taşan öfkesini gizlemek. Sevdikleri hâlâ sevdikleri miydi? 'Inancını sabit tut evladım' diyen bir amca vardı, o bile kalmıştı o zindanda. Içinden çıkamadığı kendi içiydi. Bir karmaşanın ortasında derin bir çukurdaydı. Hiç bilmediği kavimler fısıldıyordu. Kayboldu içindeki sesler. Tanıdık bir yüz, aşina olduğu tek bir hece için rüzgara sırtını yaslayıp sarı havalı, sarı duvarlı o sahafa yürümeye başladı. Gözleri, benzi sararmış arkadaşıyla vakti kaçmış şehir muhabbetleri yapmaya... Kapının koluna elini uzattığında arkadaşıyla son görüşmesini anımsadı.
-Kitabın adı ne olsun?
Dudak kıvrımına bir gülücük yerleştirmek isterken tebessümü sözlerine yetişemedi.
+Aristo!
Diye seslendi. Durdu bir vakit. Zihninde bir enkazın altından çıkarıp düşüncelerini kaldırıp elindeki kalemi;
+Arz ederim!
