Ben Deniz. 17 yaşımda olmama rağmen başımdan öyle büyük bir aşk geçmemişti, hatta hoşlandığım bir yığın erkek olmasına rağmen şu ana kadar sadece 1 kişiyle çıkmıştım. Nasıl oldu diye sormayın bende hatırlamıyorum, karambole denk gelmiş olmalı yoksa benim biriyle sevgili olmam zor görülecek bir durumdu.
Aslında bu tip şeylere hiç önem vermeyen bir insanımdır. Asla bir erkek için ağlayıp sızlanan, gururunu hiçe sayan, depresyona giren kızlardan olmamışımdır, olmamda. Hayat felsefeme aykırı bir kere. Hiçbir erkek mahlukatının peşinden koşmam, gururumu ezdirmem, onlar benim peşimden koşsun. Bu hayat felsefemdi işte, ta ki onu tanıyana kadar;
Yiğit'i."Günaydın arkadaşlar." Okula erken gelmem zaten başlı başına iğrençken bir de Yiğit yerinde yoktu ve her şey daha günün başı olmasına rağmen x2 iğrenç gidiyordu .
Evet Yiğitle aynı sınıftayız, bu çok büyük bir avantaj olabilirdi, tabi bu avantajı kullanmasını bilene. (!)
Bu durumun avantajı yerine genelde benle ilgili olan kısmı dezavantajlarıydı. Mesela her sabahın köründe okula geldiğimde saçlarım, suratım, gözlerim hortlak gibi oluyordu ve bütün sınıfla beraber Yiğit de bu görüntüme şahit oluyordu. Ben ise her sabah Yiğit'in uykusuzluktan şişmiş gözlerine rağmen nasıl mükemmel görülebildiğini düşünüyordum. Yiğit oldukça çekici ve yakışıklı bir çocuktu ancak bunun yanı sıra gerek duruşuyla, gerek konuşuşuyla olsun oldukça karizma ve cool bir insan evladıydı.
Sırama doğru ilerleyip Tuğba'nın yanına çantamı koyup eğildim;
"Şişt çikolatalı süt nerde?"
"Kahvaltı için kantine falan gitmiştir heralde gelir şimdi, sakin." Tuğba benim en yakın arkadaşlarımdan biriydi ve Yiğit'in de kuzeniydi.
Çikolatalı süt meselesine gelince sınıfta herkes birbirini tanıdığından konuşurken Yiğit'in adını kullanmak büyük risk teşkil ediyordu ve bizde lakap takmıştık, tabi daha kısa bir lakapta takabilirdik ama hem çikolatalı sütü çok sevdiğimden hem de Yiğit'in çikolatayı andıran esmer teninin bende ki yaptığı çağrışımdan birden bu lakap çıkmıştı ortaya, saçmaydı belki ama benim için oldukça özel ve güzeldi."Hadi kalk o zaman ders başlamadan bizde kantine gidelim, çikolatalı süt alırız hem içeriz?" En sevimli sırıtışımı yüzüme yerleştirmiştim, bu daha çok bir şey rica ederken kullandığım bir mimikti.
Oflayarak da olsa yerinden kalktığında merdivenleri üçer beşer atlayarak inmeye başladım, saçlarımı son kez düzeltip kantinden içeri girdiğimde en köşe de oturan Yiğit bir yandan arkadaşlarıyla konuşurken bir yandan da bir şeyler atıştırmakla meşguldü.
Aceleci adımlarla kantinden süt aldıktan sonra oturacak bir yer bakıyordum ki Tuğba beni kolumdan çekeleyip Yiğitlerin masasına doğru yanında götürdü, şu an utançtan ölebilirdim ama tabi Tuğba bunu nerden anlasın..
"Günaydın kuzen ." Diyerek gülümsediğinde Yiğitte gülümseyerek karşılık verdi. Ardından boş sandalyeleri işaret ettiğinde hemen oturduk, arada bir Yiğit'e bakıyordum Allahtan o bana bakmıyordu bi yakalansam eminim domates gibi kızarır bozarırdım hatta bu da yetmezmiş gibi karşısında elim ayağıma dolaşırdı kısacası fena halde rezil olurdum.
Masa da konuşulan konuya kulak vermiyordum zaten daha çok Yiğit'in arkadaşları konuşuyordu, kolumun dürtülmesiyle Tuğba'ya döndüm;
"Ne var be?" Dedim fısıltıyla, diğerlerinin duymamasına Özen göstererek.
"Azcık lafa karışsana kızım saf saf bakacağına." Dediğinde omuz silktim, şu an bırak konuşmayı elimde ki çikolatalı sütü bile içecek durum da değildim .
Tekrar masa da dönen sohbete kulaklarımı tıkayıp Yiğit'e baktım bir yandan elinde ki poğaçayı yerken bir yandan da telefonuyla uğraşıyordu.
Telefon! Günümüzün en tehlikeli teknolojik cihazı, kesin biriyle mesajlaşıyordu kesin!
Bu arada Yiğit iyi,hoş çocuktur ama en kötü huyu kendine fazla güvenir, hadi kendine güvensin sonuçta özgüven iyi bir şey ama fazlasıyla egoisttir, ukaladır. Bunu çevrede bilmeyen yoktur."Gözlerinle yedin bitirdin resmen kızım." Dediğinde Yiğit'e döndüm ukalaca sırıttığında yine elim ayağıma dolaşmıştı.
Ukala, dediğimde ne demek istediğimi anladınız değil mi? İşte böyle bir çocuktu, sizi kendisine bakarken yakaladığında hemen o delici bakışlarıyla şakayla karışık böyle laf sokardı.
"Ben şey..." Ne cevap vereceğim diye düşünürken hala bu durumlara bu laf sokmalara alışamadığım, hazır cevap olamadığım için bir kez daha kendime kızdım. Sonuçta Yiğit hep böyleydi ve her zaman böyle imalı imalı konuşur laf sokardı, şakalaşırdı. Gerçi bazen şaka yaptığından fena halde şüphe duysam da sonra herkese karşı böyle davrandığını kendime hatırlatıp şaka olduğuna dair içimi rahatlatıyordum.
O kedi gibi bakışlarıyla suratıma bakıp gülümserken aklıma gelen ilk cevabı yapıştırdım;
"Ben sana bakmıyordum, şey..." Elimi mideme götürdüm ve hafifçe yüzümü buruşturdum;
"Şey sabah kahvaltı etmedim de resmen karnım gurulduyor ben poğaçana bakıyordum." Süper cevap. Çocuğun gözümde yemeğine göz diken bir obur olarak kalacaktım.
"Poğaçama?" Dedi kaşlarını kaldırarak.
"Evet, oh ne güzel gözüküyor poğaçan böyle pofidik pofidik hem güzelde kızarmış, ay valla hayatımda böyle güzel poğaça görmemiştim, poğaça-" lafımı bölen Yiğit'in ağzıma tıktığı poğaça olmuştu.
"Al ye kızım resmen şiir yazdın iki dakikada poğaçaya."
Ağzımda ki kocaman poğaçayı çiğnemeye çalışırken, ağzımdan taşan poğaça parçalarına aldırmadan ;
"Teşekkür ederim." Diye gülümsediğimde tek düşündüğüm daha günün başında bu kadar rezil olmuşken günün devamında daha ne kadar rezil olabilirdim?
Okuyan sadece bir tık ile oy verirse sevinirim, yeni bölümde o zaman gelecek.