Bölüm 2

971 103 16
                                    

"Günaydın Beti. Bugün çok hoş görünüyorsun." Baekhyun sanat galerisinin müdürüne cömert bir gülümseme sunduktan sonra lattesini yudumlayarak koridorda ilerlemeye devam etti. Bugün fotoğrafları son kez halk içine çıkacak ve akşam olunca yeni yuvalarına kavuşmak üzere gönderilecekti. Etrafta koşuşturan insanların hummalı çalışması bu yüzdendi.

Baekhyun mu? Onun pek bir işi yoktu aslında burada. Tek yapması gereken gelen konuklara ışıltılı bir şekilde gülümsemek ve Gongchan ile şakalaşıp lattesini içmekti. Yarın ise yeni maceralar için yollara düşmeyi planlıyordu.

Byun Baek hayatını seviyordu.Dağ bayır, ülke ülke dolaşıp en eşsiz manzaraları çekmek ve insanları da bu duyguya ortak etmek küçüklüğünden beri en sevdiği şeydi ve şimdi mesleği olmuştu. Fotoğraf çekmek dışında ise en çok şöminesinin karşısında dergi okuyup, sıcak çikolatasını yudumlamayı seviyordu. Kurduğu bu düzende de mutluydu.

Camlarla kaplı odaya vardığında evrak çantasını boynundan geçirip yere bıraktı. Gongchan çoktan gelmiş rahat tekli koltuklardan birine yayılmıştı bile. Baekhyun onu mümkün olduğunca fazla rahatsız edebileceği yere – tam karşısına- geçip oturdu.

Gongchan gözlüklerini burnunun ucuna indirip üstünden Baekhyun'a baktı. Her zamanki gibiydi. Gömlek, kazak, trençkot. Genç adam artık onun başka bir tür kıyafeti olmadığına kanaat getirmişti. "Yarın gidiyormuşsun hyung." derken sesinde hiçbir şaşırma belirtisi yoktu.

Baekhyun elindeki telefondan başını kaldırmadan düz bir tonda karşılık verdi. "Evet. Jeju'dan başlayacağım bu sefer." Daha önce birçok defa Jeju adasına gitmişti fakat Aralık ayında ilk olacaktı.

Gongchan belli belirsiz gülümsedikten sonra ayağa kalkıp Baekhyun'un sırtını patpatladı. "İyi yolculuklar hyung. Benim şimdi gitmem lazım. Dikkat et kendine."

Baekhyun ayaklarını zorla sürüklüyormuş gibi giden dongsaenginin ardından mırıldandı. "Merak etme."

***

Bir fotoğrafçı olarak şüphesiz bundan daha kötü havalarda da çalışmıştı. Yağan yağmurlar, sisler şimşekler onun için önemsiz birer dekor gibiydi fakat ilk defa ürkmüştü. Kiraladığı iki kişilik eski model jip yaşlı bir adam gibi hırıl hırıl giderken insana pek güven verdiği de söylenemezdi. Nitekim öyle de oldu. Adanın kuzey kayalıklarına varmasına çok az kala araba istifasını çoktan vermişti.

Baekhyun sağa yanaştırdığı arabadan indikten sonra kararsız bir şekilde etrafına baktı. Gri bulutlardan görünmese de gün batmak üzereydi ve çok fazla zamanı yoktu. Hızlı yürürse istediği manzaranın fotoğrafını çekebilir ve hava kararmadan bu ıssız yerden çıkabilirdi. Buraya kadar gelmişti nasılsa.

Planını yapar yapmaz araçtan eşyalarını alıp sırtına yükledi. Adımları hızlandıkça gök gürültüsü de artıyor, yer sarsılıyor gibiydi. Acaba Baekhyun Jeju diye başka gezene falan mı gelmişti?

Anayoldan çıkıp sağa döndü. Kayalıkların yükseltileri okyanusa doğru alçalmaya başlamıştı. Baekhyun dikkatli şekilde yamaçtan aşağıya doğru inerken, bir yandan da sırtına aldığı hazinesini korumaya özen gösteriyordu.

Yerli halk bu bölgenin mistik bir ruhu olduğunu söylemişti. Bütün halk efsanelerinde bu yamacın adı geçiyormuş. 9 kuyruklu tilkiler kurbanlarını burada yer, denizkızları bu yamaçta oturup şarkı söylerlermiş. Ve böylece gelen gemilerin kaptanları da onların büyüsüne kapılıp gemilerini buraya sürüyor ve paramparça oluyorlarmış.

Geçenlerde okuduğu makale aklına gelince alayla gülümsedi. Hadi ama! Bu insanlar bu aptalca hikayelere nasıl inanıyordu. Gumiholara bir nebze olsun inanabilirdi belki ama denizkızları? İmkânı yoktu.

Baekhyun kendi iç dünyasında konuşmakla meşgul olduğundan sağ elini attığı yeri fark etmemişti bile. Suyun nemiyle yumuşayan kaya elinde un ufak oldu ve Baek boşluğa gelen kolu yüzünden dengesini kaybedip aşağıya doğru yuvarlandı.

Çok yüksekte olmadığı için ciddi bir şekilde yaralanmamıştı fakat sağ bacağının ağrıdığını hissediyordu. Yanına düşen çantasındaki eşyalarını kontrol edip sağlam olduklarına kanaat getirince ayağa üstünü başını silkeleyerek ayağa kalktı fakat kalkmasıyla düşmesi tekrar bir oldu.

Bileği sandığından daha kötü durumdaydı anlaşılan. Aceleyle cebinden telefonu çıkardı. Neden dağ başında telefonun çekeceğine dair bir inançta bulunduğunu bilmiyordu. İşe yaramayan metal yığınını cebine tıkıştırıp etrafına bakındı. Rüzgâr şiddetini daha da arttırmış, gökyüzü en kasvetli haline bürünmüştü. Şimşekler çakıyor, ağaçların dalları asice bir o yana bir bu yana savruluyordu.

Baekhyun yardım edecek birilerini aradı fakat buraya kimsenin gelmeyeceğini de biliyordu. Hangi akıllı gelirdi ki?(!) Kendinden başka.

Bakışları umutsuzca bileğine doğru çökerken alnından ince, kırmızı bir sıvı akmaya başladı. İşte bu kadardı. Maceraperest hayatı yine bir macerayla son bulacaktı.

***

Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum sevgili okurlar. Hikayemi nasıl buldunuz? yazım tarzı nasıl? Her türlü öneri ve eleştiriye açığım :))

Mysterious Love • Baekhyun •Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin