Sanırım bunun ilk beş bölümünü yayınlayıp yarıyıl tatilinde beş bölümü ve özellikle tatil aralarında bölüm gelmesi şeklinde yayımlayacağım. Eh, üç kitaplık kurgu düşündüm ve şuanda beynim eridi. Kısaca delirdim denebilir. TEOG illeti yüzünden bölüm yayımlayamayacağım ama şu Bel Air'e kafayı taktım birde iki bölüm kaldı ona. Ben neden böyle bir şey yazıyorum bu arada? Neyse.
"Tıpkı vahşi bir hayvan gibi gerçek, kafese kapatılmayacak kadar güçlü."
Kuralsız//Veronica RothGenç adam kafeslerde duran çocuklara tekrar baktı. En küçüğü sekiz, en büyüğü yirmi yaşında falan olmalıydı. Hepsi fiziksel ve duygusal olarak farklı olsalar bile onları beşik gibi sallayan gemide olmalarının tek bir ortak özelliği vardı: Melez olmaları.
Çoğunun giysileri ya farelerin kemirmesinden ya da eskimekten yırtık pırtık olmuştu. Saçları yağlanmıştı, bazıları uykusuzluktan göz altı torbalarına sahipti, çeşitli morlukları ve sarılmazsa onları öldürecek yara izlerine sahiptiler. Neredeyse hepsi gözlerini kapatmış ve kendini uykunun kollarına teslim etmişlerdi.
Aralarından biri bedenini ileri geri sallıyordu, kanlanmış gözlerini zemine dikmiş adımlarını dinliyor ve sadece dudak kıpırtılarını görebilecekleri bir şekilde sayıyordu. En güçlülerinden biri değildi elbette fakat kız aralarından intikam almaya en meraklısı gibi görünüyordu. Sol elindeki birkaç parmağı yanındaki uyuklamakta olan kıza güven verici bir şekilde sarmıştı.
Onu öyle görmek genç adamın vicdanını sızlattı. Onun kafesi önünde durdu ve kapıyı açmak için cebindeki anahtarı çıkardı. Kız kurumuş dudaklarını ıslattı ve adama bir şey söylemek için kilitledi yeşil gözlerini.
"Beni götürüyor musun?" dedi kız. Başını salladı ve kızın bir cevabı hakettiğini düşündü bir zamanlar kız kardeşi gibi gördüğü çocuğu bu halde görmek canını yakıyordu.
"Luke'un sana ihtiyacı var sana her zaman ihtiyacı vardı, Carmen. Bunu benden iyi biliyorsun." dedi genç adam. Elinde tuttuğu anahtarı yer yer paslanmış kilide götürdü ve elini çevirdi ufak bir tik sesinin uğultusu birkaç kişinin homurdanmasına neden oldu.
Kız demir hücrenin kapısını iterek ilk ayaklarını kafesten kurtardı. Sonra kendini kafesten attı ve kasılmış eklemlerini hareket ettirdi. Genç adamın gözleri kızın gözlerinde buluştuğunda kız bileklerini gösterdi. Oğlan kızın kolunu sert bir şekilde tuttu ve onu sürüklercesine sözde koğuştan çıkardı.
"Kaçacağımdan korkmuyorsan bakıyorum." dedi kız alayla. Çocuk az daha kahkaha atacaktı.
"Denizin ortasında nereye gidebilirsin? En son hatırladığıma göre bir baban Hypnos'du, Poseidon değil." dedi çocuk. Kız, çocuk yerine kıkırdadı. Aslında böyle bir durumda gülmesi gayet yanlış anlaşılabilirdi fakat bunu yapmaya onu Carmen zorlamıştı. Bir dönem Melez Kampı'nda elbette kalmıştı fakat ne diyebilirdi pek onların tipi değildi.
Hiç ses çıkarmadan yürümeye başladılar uzun koridor boyunca. Hypnos kızı yeşil gözlerini kırmızı halılarla döşenmiş zemine dikmiş etrafı bulayan sarı renk ikoru çözmeye çalışıyor gibiydi.
Onu izlemekten kendini alamıyordu genç adam. Kızın kahverengi saçları beline geliyordu, yüzü kara geceyi delip geçmek isteyen dolunay kadar solgundu, yeşil gözleri sıkın bir ifadeyle zeminde geziyordu. Kız hayatında gördüğü en güzel kişi olabilirdi tabii Afrodit kızı Silena'yı görmeseydi.
Gemideki kamaraları geçtikten sonra büyük, kaptana aitmiş gibi duran kamaraya geldiler. Genç adam sıkıntıyla üfledi ve kapıyı çaldı. İçeriden boğuk bir ses geldi bu onun için 'gir' anlamına geliyordu. İşlemeli kapı kolunu çevirdi ve içeriye girdi.
Oda sanki bir hortum geçmiş gibiydi. Sadece bir koltuk, cam gibi gözüken bir masa ve iki tane tahta sandalye dışında her şey ya yıkılmış, ya parçalanmış ya da ters çevrilmişti.
Koltukta oturan genç adam mavi gözlerini kıza kilitledi ve seri bir hareketle yanına gelmesi için işaret etti. Kız duruşunu aniden dikleştirdi ve çıplak ayakları yumuşak halıda izler bırakırken adamın karşısına oturdu.
"Yine bütün mürettebatı uyutmuşsun. Onları uyandırmak altı saatimizi aldı." dedi ve dama tahtasına taşları yerleştirmeye başladı.
"Canavarları uyutmak benim sadece birkaç saatimi aldı. Bilirsin zaten uyku problemi çekiyorum bırak size uğraş çıkartıyım." dedi kız ve ilk taşı ilerletti.
"Aslında ona uyku ilacı.." diye başladı zaman bir hareketiyle susturdu onu.
"Sana fikrini soran olmadı Blake." diye çıktı ona. Sonra ondan oldukça uzağa taşını oynattı.
Genç adam hiçbir şey söylemeden dama tahtasındaki plastik taşların sesini dinledi. Bir süre sonra kız sesli bir şekilde iç çekti.
"Luke hiçbir zaman bu oyunu anlayamayacaksın değil mi? Satranç gibi her taşın belli bir özelliği yoktur, herkesin eşit şekilde kazanma hakkı vardır. Sana kalan sadece taktik." dedi kız.
Genç adam yara izini kaşıdı ve gözlerindeki mavilik bir an için altın rengine dönüştü. Sonra tekrar aynı ihtişamlı maviye dönüştü. Beyaz renk iz oldukça eskiye aitti ve sanki her koşulda iyileşmeyecek gibi duruyordu.
Yanındaki kız ise oldukça rahat bir şekilde sırtını arkaya yasladı ve hastalıklı gibi duran yüzünü etrafı taramak için harekete geçirdi. Luke sanki bir şey söylemek için ağzını açtı fakat tekrar kapadı.
"Percy Jackson'ı uyutman ne kadar sürer?" dedi Luke soğuk bir ifadeyle. Blake kızın sınırları olduğunu biliyordu ve babasının en gözde çocuğu olmadığını da. Güçleri sadece babasının kurtulmak istediği bazı görevler için işe yaratıyordu, melezleri ve canavarları birkaç saat içinde zar zor uyutuyordu ve bu bile kesin değildi.
"Bu mesafeden onu uyutamam, melezleri uyutmak oldukça sakıncalı oldukça çalışmam gerekiyor ve.." diye söze başladı kız fakat Luke lafını kesti.
"Koğuşta ki herkesi, bütün gemi mürettebatını uyutabildin. Senden tek istediğim Percy Jackson'ı uyutmak." dedi Luke. En son bağırmıştı ve bu kenarda duran Blake'i harekete geçirdi.
Carmen sessizliğini hiç bozmadı ve gözlerini Luke üzerinde gezdirdi. Eline keçeli, siyah kalemle yazdığı yazılar mor bir ışıltı saçmaya başladı. Yazıları Luke'un yüzüne tuttu ve genç adam mavi gözlerini kırpıştırdı.
"Bunu bana.." diye lafa atıldı ama esnedi. Sonra gözleri tekrar kapandı fakat bu sefer açılmaya bile yeltenmedi. Carmen gözlerini dehşet içinde açtı ve kısa süreliğine irislerine kadar beyaz oldu. Sonra kırpıştırdı ve eski soluk yeşil rengine geri döndü.
Blake onu hızla kaldırdı ve odadan dışarı çıkardı. Carmen'nın kaşları çatılmış ve dudakları titriyordu. Gözleri her zamanki gibi fıldır fıldır etrafı izliyordu, oğlanın arkasından ona yetişebildiği kadar koşuyordu. Elini daha sıkı kavradı, Blake kızın ayaklarının bitkin düştüğünü biliyordu. Üç gündür ayakları ve uykusuzluktan çökmüş bedeni bunu kaldıramazdı.
Onu hızla koğuşa soktu ve yorgun gözlerini açan melezlerin hafif uğultusu eşliğinde kızın kafesini açtı. Kız girmeden önce eline bir kolye tutuşturdu. Carmen ismini tam bilmesede, Blake bu sembolü biliyordu: Mısır mitolojisinde bu Ankh'tı.
Ölümün oğlu için onunla özleşen bir sembol değildi ama Carmen onun hayatıydı. Hypnos'un kızı ve Thanatos'un oğlu en iyi ikili değildi ama ona yaşamayı öğreten kişi oydu. Kız küçük bedenini kafese koyup gözlerini kapattığında, dua etti Hypnos'a, yaşamı uyusun diye.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hypnotic | nico di angelo
Fanfic"Koruduğun hayatı öldürebilir misin?" [0.1 ve 0.2'yle birlikte çünkü neden olmasın.. Bu arada cidden 5 yıllık fik.]