Hımm!Kan tahlilleri burada, tomografi sonuçları, epikriz raporu... Hepsi tamam. Kapıdaki ismi okuyorum. Profesör Sadettin Tuncer. Semra'nın eniştesi. Onkoloji dalında bir numara... Ameliyat olamayacağımı söyleyip İsviçre'ye gönderen de o. Zile basıp içeri giriyorum. Üç kişi yayıla yayıla koltuklara oturmuş. Biri kırklı yaşlarda havalı,siyah kısa saçlı, kocaman halka küpeli bir kadın. Yeşil deri koltuklar biraz demode. Köşede cam kenarında,duvara yaslanmış iki saksı.Biri bol yapraklı,neredeyse küçük bir ağaçcık. -Yanlış anlamayın buraya ilk gelişim değil. Siz de biraz fikir sahibi olun diye anlatıyorum.- Diğerini tanıyorum. Teyzem hemen hemen her sene bir kök getirir,buna iyi bak.Uzayıp büyürse ev sahibi olursun derdi. Kılıç çiçeği adı. Adı çiçek ama kendi,ince kılıç şeklinde yapraklar halinde.Nedense o kılıç çiçekleri hiç büyümedi ve benimde evim olmadı.Kılıç çiçeğinin yanındaki koltukta muhtemelen lise öğrencisi tombulca bir genç. Elindeki tablette belliki oyun oynuyor. Tabletin içine girdi girecek. Onun yanında beyaz saçlı altmışlarında bir adam. Çok şık giyinmiş. Tiril tiril lacivert pantolon, Krem rengi bir gömlek ... Ayakkabıları parlıyor. Zerrin Hanım ki kendileri Saadettin Bey'in sekreteri olurlar. Dudağında donuk bir gülümseme ile "Hoş geldiniz İpek Hanım." diyor."Sizi biraz bekleteceğim."
Ben hiçbir doktora randevu saatinde girdiğimi hatırlamıyorumki zaten. Randevuyu kaç dakika rötar yaptığımızı öğrenmek için aldığımızı düşünüyorum. Bu arada Zerrin Hanım'ın "biraz" kavramının 45 dakikaya tekamül ettiğini bizzat yaşayarak görmüş oluyorum. Biraz muhabbet edeyim de vakit geçsin bari. (Zerrin Hanım'ın birazı kadar.) Havalı esmer sultana dönüyorum:
-İçerdeki sizin hastanız mı?
Suratıma bön bön bakıyor. Ama cevap vermiyor. Yok ya kötü bir şey düşünmeyeceğim. "Derin nefes al İpek!" Belki dilsizdir. Olamaz mı? Ya da anlamamıştır ona sorduğumu?Mutlaka öyledir. Tekrar mı sorsam?Ya yine cevap vermezse? Saçını başını yolarım valla... Onun yerine tombişin yanındaki amca cevaplıyor.
-İçerideki benim hanım. Epey oldu. Şimdi çıkar.
Hah! Bak adam dediğin böyle olur. Soruları havada bırakmaz.
-Geçmiş olsun Beyefendi,Allah şifasını versin!
-Sağol hanımkızım, sen kimin için geldin?
-Kendim için...
Amca şaşırdı. Ne diyeceğini bilemedi.
-Neyin var ki kızım?
Kısaca hastalığımı, nasıl başladığını, İsviçre maceramı anlattım. Şaşkınlıkla ve dikkatle dinledi. Sonunda "Bizim hanımda kemik kanseri ama sen onun derdini unutturdun be kızım." dedi. Cevap veremeden kapı açıldı. Kısa boylu,topluca, başörtülü bir teyzeyle Doktor Saadettin Bey göründü. Bana "Hoş geldin" deyip içeri geçmemi işaret etti. Teyzeyle beraber amcanın yanına geldi. Birkaç talimat verirken ben odaya geçtim.
Elimdeki dosyaları masanın üstüne bıraktım. Beş dakika sonra geldi. "Nasıl geçti yolculuk?" diye sordu. Bir an gözümün önüne uçakta yaşadıklarım geldi. Olivier ve güzel sohbeti. Gülümsedim.
-Çok iyiydi.
"Sevindim." dedi elindeki dosyaları incelerken. Sonra başını kaldırdı.
- Dr. Harvey' de benimle aynı teşhisi koymuş. Ameliyat çok zor. Ama deneme aşamasında olan bir ilaçtan bahsetmiş. Amerika'da New Jersey Üniversitesi'nde iki yıldır uygulanıyormuş. Ayda bir enjeksiyon şeklinde. Direk tümöre etkili. Ama yan etkileri ve tedavi başarısı henüz kesinleşmemiş.
"Kaybedecek neyim var?" dedim.
-Deneme aşamasında olduğu için bizim ulaşmamız imkânsızdı. Ama Dr. Harvey'in bir öğrencisi ekipteymiş. Senin için 6 aylık doz istemiş. Birkaç gün içinde elimize geçer. Sen nasıl hissediyorsun kendini?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SES
Adventureİpek, İsviçre'den bindiği uçakta yakışıklı bir akademisyenle tanışır. Ne yazık ki yolculuğunun sebebi amansız hastalığına çare bulmaktır. Beyninde büyüyen tümöre karşılık hastalığa aldırmaz tutumu yakınlarını endişelendirmektedir. Hiç ummadığı and...