Bekletmeyi hiç sevmem. Beklemeyi de... Ne yazık ki Mustafa'yı on beş dakika bekletmek zorunda kaldım. Ama ne yapayım taksi şoförü embesil çıktı. Suç benim mi? Madem yolu bilmiyorsun alma müşteriyi. Fethipaşa Korusu dedim. O beni Mihribat Korusu'na getirdi. "Burası değil, yanlış geldik." deyip tarif etmem ve Üsküdar'a doğru yönelmemiz yarım saat kaybettirdi. Allah'tan Mustafa kibar adam. Arayıp ona durumu izah ettim. "Sağ salim gelin, yeter." dedi. Zaten onu görünce bütün sinirlerim gevşedi. Biraz midemde bulantı var. Yok yok onunla ilgili değil. İlaçtan olacak. Yine o bayıldığım süet montunu giymiş. En ön masalardan birinde. Boğaz tüm güzelliği ile gözlerinin önünde. Manzaraya o kadar dalmış ki... Yanına bir kaç adım kala fark ediyor ve ayağa kalkıyor. Öylesine gülümsüyor ki tüm ruhu gözlerinde ve dudaklarında sanki. İyice yaklaşınca sımsıkı sarılıyor. Ben içimden daha sıkı sarılıyorum. Kalbi kalbimle bir atıyor. İçimde bir isyan."Ey hastalık, neden olmadık zamanda gelirsin? Ey aşk, ya sana ne demeli? Neredeydin şimdiye kadar?"
-Hoş geldin İpek! Nasılsın?
"Pelte gibiyim. Seni görünce gevşedim. Bütün hücrelerim yumuşadı." diyemiyorum tabi. "İyiyim, sen nasılsın?" diye karşılık veriyorum. Gördüğüm kadarıyla şahane zaten. Aklımdan daha önce hayatıma değen erkekler geçiyor. Yok be öyle çok kişi yok. Olanlarda hep bir yanları eksikti. Tip iyiyse beyin yoktu. Beyin olup karaktersiz olanda vardı. Ama Mustafa gibisi olmadı. Gözlerimi üstünden çekip rezil olmaktan kurtuluyorum. Şu kuralları hep unutuyorum. Hangi kurallar mı? Erkekleri elde tutma kuralları. Elde etmek kolaydır. Asıl zor olan elinde tutmaktır. İşte ilk kural "Çok sevdiğini, beğendiğini belli etmeyeceksin. Erkek rahatlar ve seni çantada keklik görür. Önemsizleşirsin. Aklıma geldikçe kuralları anlatırım.
Mustafa masumca gülümsüyor.
-Ne içersin? Daha doğrusu ne yersin? Epey geç oldu. Ben açım.
"Ben de açım." diyorum. Garsonun bıraktığı menüye bakıyoruz.
Garson yavaşça eğiliyor.
"Special almanızı tavsiye ederim. İlk defa deneyecekseniz. " diyor.
İki special Fethipaşa söyleyip manzaraya dönüyoruz. Yani ben dönüyorum. Mustafa çantasından bir defter çıkarıyor.
-Hazır mısın?
"Hazırım." diyorum.
İlk analiz: Çok dürüst. Vermek istediği mesajı , başkalarını memnun etmek için dikkatli sözcükler arkasına gizlemiyor. Bağımsızlığına düşkün. Ailesine güçlü bir sevgi ve bağlılık duymasına rağmen, ilişkilerinde bağımsız olmaya özen gösteriyor. Yaşamın her yönünü seviyor, hastalığını ve acılarını bile. Şikâyet etmekle ya da olayların daha değişik olmasını istemekle vakit kaybetmiyor.Kendini şikâyet etmeden kabullenmiş. Fiziksel ve ruhsal benliğini, sahteliklerle gizlemiyor.
"Harika" diyorum. "Ben neymişim be abi?"
-Dur bir de şunu dinle! Seni çok iyi gözlemlemişler.
-Oku bakalım! Neymişiz öğrenelim!
-Müthiş bir enerjisi var. Başarısız olmaktan korkmuyor, hatta onu sevinçle kabul ediyor. Kendine zarar verecek duyguları yok etme ve kendine verdiği değeri artıracak olanları doya doya yaşama yeteneğine sahip. Kendini savunma gereksinimi duymuyor.Değerleri dar değil. Kendini tüm insan ırkının bir parçası olarak görüyor.Herkesi insan olarak görüyor ve hiç kimseyi kendinden önemli konuma getirmiyor. Kendini seviyor. Mutluluğu aramıyor, çünkü onu her an yaşıyor.
Bir süre ne diyeceğimi bilmiyorum. Dudaklarımdan boğuk bir teşekkür çıkıyor. Bu adam ağlatacak beni yahu. O sırada garson siparişleri getiriyor da gizlice gözlerimi siliyorum. Bu hastalık beni çok duygusal yaptı. İkimizde susup Fethipaşalarımızı yemeğe başlıyoruz. Gerçekten güzel ama benim bulantım artıyor. Zorlarsam kusacağım. Mustafa da halimden bir tuhaflık sezmiş olacak ki "Neyin var?" diye soruyor. Şu basit soru bile ne kadar güzel duygular veriyor. Birinin ilgilenmesi, merak etmesi çok hoş bir şey.
-Biraz midem bulanıyor.
Çatalını, bıçağını bırakıyor.
-Çok mu? Ne yapalım? Hastaneye gidelim mi?
Zoraki gülümsüyorum. Yok, çok değil. Bugün ilk iğnemi oldum. Sanırım onun etkisi. Ama yemek konusunda kendimi zorlamayayım.
"Peki canım." diyor. Ah bu "Canım" yok mu? Ne müthiş bir kelime. Hem sevgiyi, hem sahiplenmeyi, hem merhameti, korumayı, iyiliği başka ne anlatabilir? Bütün duygular bu beş harfin içine sığmış. Aklıma Semra'nın evinde yaşadıklarım geliyor. Şimdi sırası mı? Az romantik olalım dedik, önce mide bulantısı sonra alt kat komşuları. Bu konu beni çok rahatsız etti, belki ondandır. Birine söylemeliyim, önemli olabilir. Mustafa'ya anlatsam. O bu konuda bana yol gösterebilir.
-Mustafa.
-Efendim İpek.
İpek diyen dillerini yerim ben senin. Hemen de gevşiyorum, sanki seni seviyorum dedi. Ciddi ol kızım, ciddi bir olay anlatacaksın.
-Dün gece arkadaşımda kaldım. Sese karşı hassasiyetimi biliyorsun. Gece tuhaf şeyler duydum. Önemli olabilir.
Mustafa merakla dinliyor. Ona duyduklarımı, temizlikçiyi ve daireyi anlatıyorum. Endişeleniyor. Bir de kızıyor.
-Aşağı inmekle kendini tehlikeye atmışsın. Düşündüğüm gibiyse çok tehlikeli olabilirler. Bana adresi verebilir misin? Emniyet müdürü bir arkadaşım var. Onunla bu bilgiyi paylaşayım. Sen de kendi başına iş yapma lütfen.
Bu kadar telaş etmesi güzel ama kaybedecek bir şeyi olmayan insanların korkusu da olmaz. İşte bunu anlamıyor. Mustafa'yla vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorum. Yemekten sonra Üsküdar'a kadar yürüyoruz. Marmarayın önünde ayrılıyoruz. "İyi ki uçakta koltuklarımız yan yanaymış." diyor. O Beşiktaş'a geçmek için motora yöneliyor. Ben yüzümde kocaman bir gülümseme merdivenlerden iniyorum. Hayatı değerli yapan yaşanan güzel anlar. Uzun yaşamak, güzel yaşamak değil. Günlerim az da kalsa uzun bir ömrün mutluluğunu yaşayabilirim, yaşayacağım. Hoş geldin Mustafa, hoş geldin aşk!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SES
Adventureİpek, İsviçre'den bindiği uçakta yakışıklı bir akademisyenle tanışır. Ne yazık ki yolculuğunun sebebi amansız hastalığına çare bulmaktır. Beyninde büyüyen tümöre karşılık hastalığa aldırmaz tutumu yakınlarını endişelendirmektedir. Hiç ummadığı and...