Adsız Bölüm 6

54 6 1
                                    

Bu sefer muayehanede kimse yok. Zerrin Hanım nerede kaldın der gibi bakıyor.

-Doktor Bey sizi bekliyor. Ben de şimdi sizi arayacaktım. Bugün başka randevusu yok.

"Niye ki?" diye soruyorum gayri ihtiyari. Şimdi şu koltukların dolu olması gerekirdi.

-İki saat sonra havaalanında olması gerekli. İspanya'ya uçuyor. Kongre var.

Vay Zerrin Hanım'dan şimdiye kadar duyduğum en fazla sözcük öbeği. Baya baya dedikodu yaptı. Bünyesine ters kadının. Kesin bir şey var. Dur bakalım anlarız.

-Ben içeri gireyim o zaman.

Zerrin Hanım çoktan Saadettin Bey'e haber vermişti. İçeri girdim. Saadettin Bey telefonla konuşuyordu. Ama İngilizce. Konuşması bitince ayağa kalkıp elini uzattı.

-Hoş geldin İpek. Nasılsın bakalım? Ben de biraz önce Doktor Levy ile görüştüm. Amerika'dan ilaç geldi. Amerika'daki araştırma grubunda Doktor Levy. Son bulguları paylaştı. Ha, unutmadan söyleyeyim. Bir ay boyunca kafein yok. Kahve içmek yasak yani. Benden habersiz ağrı kesici de kullanma.

"Tamam" diyorum uslu bir çocuk gibi. Küçük köpük kutudan grip aşısı gibi bir enjektör çıkarıyor. Bu küçücük şey bana iki bin liraya mal oldu. Beş tanesi on bin. Doktor ilacı hazırlıyor ve "Boynunu aç" diyor.

- Ne yani, boyundan mı olacağım bu iğneyi?

-Tümöre en yakın yerden vurmakta fayda var. Doktor Levy'nin tavsiyesi.

Kurbanlık boynumu uzatıyorum. Duamı da ediyorum. Tamam ya hemen laf sokuşturmayın. Zor zamanda Allahı, duayı hatırlayanlardanım. Nereden geldiyse aklıma Orhan Veli'nin "Yazık Oldu Süleyman Efendi'ye" şiirini mırıldanıyorum.

Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allahın adını,
Günahkar da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi'ye

Saadettin Amca "Dua mı ediyorsun? Ne diyorsun sen öyle? Korktun mu yoksa?" diye soruyor.

"Yok" diyorum duamı ettim. "Şimdi şiir okuyorum. "

Boş enjektörü çöpe atıyor.

-Ne alem kızsın. Şiir de nereden çıktı? Orayı çok ovuşturma. Bu gece iğne yaptığım tarafa yatma olur mu?

"Tamam" diyorum yine uslu kız çocuğu tavrımla.

-Odyometri sonuçlarını sana söylemedim değil mi? İşitme eşiğin normalin dört katı. Seni tanımadıkları için hata olduğunu düşünüp testi tekrarlamak istediler. Ben de kulaklarında tıkaçla dolaşıyor dedim. Tümör küçülmeye başlayınca bu sorun kendiliğinden çözülecek zaten.

Doktorun tümörüm hakkında böyle kesin ve inançlı konuşması beni de çok mutlu etmişti.

-Benim çıkmam gerek, havaalanına yetişeceğim.

"İyi yolculuklar!" deyip odadan çıkıyorum. Arkamdan sesleniyor.

-Dediklerimi unutma kafein yok.

Cevap vermek yerine dönüp gülümsüyorum. Zerrin Hanım bir kitaba gömülmüş benim önünde dikildiğimi fark etmiyor. Vay, suratsız Zerrin'in sırrı çözüldü. Kapağında "İçsel Huzur" yazan kitaba bakıyorum. Gerçekten kadına bir huzur gelmiş. Hiç yapmadığı şeyi yapıyor. Gülümsüyor.

"iyi seçim. Hoşçakalın" deyip çıkıyorum. Arkamdan sesi geliyor.

-Güle güle! Dikkat edin kendinize!

Bir kitap insanı bu kadar değiştirir mi? Değiştiriyor demek.Ya da en doğrusu değişmek istediği için kendine bir araç buluyor. Bazen bir kitap, bazen bir kurs, bazen bir arkadaş, bazen bir aşk. Aşk deyince Mustafa geliyor aklıma. Çok yakışıklı ya... İnce dudaklarını her açtığında bembeyaz dişleri gülümsüyor.Başının sağ tarafında inatçı bir saç tutamı havada duruyor.Gözlerini kısarak bakıyor. Mubtemelen miyop oluşundan.Ama bu onu sevimli yapıyor.Gözleri bir kuyu gibi derin.Ve o kadar parlıyor ki gerçek rengini anlamak çok zor.Mustafa'yı düşünirken evd geliveriyorum. İlk işim çamaşırları toplamak.Allahtan yumuşatıcı kullanmışım. Hemen ütüyü takıp hızlı hızlı ütülüyorum.Oh rahatladım. Sırtımdan bir yük gitti.Şimdi güzel bir banyo keyfimi yerine getirir.Küveti sıcak suyla dolduruyorum. Finlandiya'da bir badshoptan aldığım banyo tuzlarını döküyorum.Renkleri öyle cazipti ki, almamak imkansızdı. Tableti çamaşır makinesinin üstüne koyup youtube ta Adriano Celentano'yu buluyorum.I want to know bangır bangır çalarken ben de bağıra bağıra eşlik ediyorum.Yaşım 32,zevkim 62.Ne yapayım, seviyorum eski filmleri, eski şarkıları. Daha insanca, daha duygusal.

Müziği kapatıp banyodan çıkınca telefonun sesi ortalığı çınlatıyor. Bakıyorum:annem.

-Alo! İpek neredesin kızım? Elli kere telefon açtım. Meraktan öldüm.

"Banyodaydım anne. Bu kadar endişelenme! Açmıyorsam işim vardır mutlaka." diye cevaplıyorum.

Annem her zamanki endişelerini dile getiriyor. Yarın sabah kahvaltıya geleceğimi söyleyip gönlünü alıyorum. Yavaş yavaş hazırlanmam gerek. En zor kısım ne giyecepim konusu. Mustafa'dan önce ne rahatmışım yahu. Dolabı aç, önüne ilk geleni seç, üstüne giy. Şimdi ise dolabı aç, iki saat önünde dikil, bu buna uymaz, bu hiç olmaz deyip yenilerine bak. Sonunda ortaya karışık yapıp giy, ama onu da beğenme!Yine dolabın önünde dikilme vakti.

-Bu pantalon olmaz. Geçen sefer giymiştim. Bu elbise de çok dar. Moru giysem, o da olmaz. Çok süslü. Siyah etek- beyaz bluz ikilisi. Yok o da çok klasik. Tayt? Çok basit.Mavi elbiseyi giyiyorum, azıcık kalın. Ama idare eder. Daha saçlarımı düzleştireceğim. Erkekler ne şanslı. Giyecekleri sınırlı. Etek mi, elbise mi seçenekleri yok. Tek yol pantalon. Saçlar da öyle, tara çık. Bir an aklıma akşam duyduklarım geliyor. Daha doğrusu bir ayrıntı. Alt kata girdiğimde, yani kahvelerle indiğmde ortada bir kova, toz bezi ya da temizlik yapıldığına dair bir iz görememiştim. İnsan bazen gördükleri kadar görmediklerini de garipser.Aklımda düşünceler, giyiniyorum, süsleniyorum, çıkıyorum. Güzelim, zekiyim, özelim, sevimliyim, sıcağım ve ne yazık ki hastayım. "Bekle Mustafa! Geliyorum."


SESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin