Adsız Bölüm 11

43 3 0
                                    


"Ayna!" Ayna bulmalıyım. Kim bilir ne korkunç görünüyorum. Sarı, soluk bir surat. Dolaşmış, dağınık saçlar. Üstelik yüzüm de şişmiş, kusmaktan... Kokuyor muyum acaba? Kim haber verdi Mustafa'ya? Korksun benden. Allahtan babam lafa tutmuş. Semra'ya el ediyorum. Yüzüme muzip muzip bakıyor. Sesim çıktığı kadar bağırıyorum. Yavaş yavaş yerinden kalkıp geliyor.

-Mustafa'nın ne işi var?

-Seni aramış. Sezen bakmış telefona. Hastanede olduğunu söyleyince apar topar gelmiş. 

Dudak ucundaki bitmeyen gülümsemeyle "Çok karizmatik" diyor. 

-He doğru söyledin. O çok karizmatik. Ben nasılım peki?

Dikkatlice yüzümü, saçımı inceliyor. Doğruyu söyleyip söylememekte kararsız.

-Yani, hasta gibi görünüyorsun işte...

Kan tepeme çıkıyor.

-İyi de bu halimi görsün diye mi çağırdınız? İnsan bir sorar yahu!

Sezen kalkıp odanın kapısını kapatıyor. Semra bir yandan, Sezen bir yandan beni güzelleştirmeye, en azından yüzüne bakılır hale getirmeye çalışıyorlar. İnşallah maymuna dönmem. Sanatçılar eserlerini tamamlayamadan kapı çalınıyor ve içeri Mustafa giriyor. Semra ile Sezen kenara çekilince ben yarısı taranmış saç, üst dudağa sürülmüş rujla kabak gibi ortada kalıyorum. Şimdi sıçtık. Semra elindeki tarağı arkasına saklamış. Sezen ruju cebine tıkıştırmış. Mustafa bir iki saniye şaşkınlıkla bana bakıyor. Sonra kendini toplayıp iyice yaklaşıyor. Öldüreceğim sizi kızlar bakışıyla Sezen ve Semra'ya bakıyorum. Yarım rujlu dudaklarımla Mustafa'ya gülümsüyorum. O önce "Çok geçmiş olsun!" diyor. Sonra iyice eğilip kulağıma "Her halinle güzelsin, yarım rujunla bile!" diyerek gönlümü alıyor. Allahtan kibar adam. İki cinayetten kurtarıyor beni. Sezen de Semra da pişmiş kelle halleriyle kıçın kıçın kapıya yaklaşıp sıvışma durumundalar. Yok öyle, kolay değil kurtulmak. 

"Kızlar!" diyorum. Kapının önünde kalakalıyorlar.  Mustafa bir sandalye çekip yanıma oturuyor.

-Semracığım biraz su alabilir miyim?

Mustafa "Ben verirdim." diyecek oluyor.  Yavaşça "Onlarla hesabım var." diye sözünü kesiyorum. Semra suyu uzatıyor. Sezen hâlâ kapının önünde. 

-Sevgili ablacığım, bak şu mini buzdolabında meyve suyu var. Ondan ikrâm etsen konuğumuza...

"Sevgili ablacığım" Sezen'i yeteri kadar motive ediyor. Meyve suyunu verip çekilmek niyetinde.

-Abla, bak şu kutuda da kurabiye var.

Mustafa "İstemem" anlamında elini kaldırıyor. Anlamam öyle istemem falan. "Sen getir, getir diye üsteliyorum. Hasta kaprisine karşı çıkacak değiller ya. Mustafa elindeki kitabı uzatıyor. Bu kitap geldiğinden beri elinde miydi? Nasıl fark etmedim. Kızlarla didişeceğim diye asıl konuyu gözden kaçırmışım demek. 

-Ooo, Sahilde Kafka ha...

-Okudum, senin de okumanı istedim. Ne de olsa tanışmamıza yardımcı olmuştu.  

Teşekkür edip kitabı alıyorum. Ben şimdi karşılık olarak Sophie Kinsella'yı versem olmayacak. Bu haksız rekabete girer. Sezen'e sesleniyorum, cevap gelmiyor. Mustafa ile iki kelime ederken sıvışmışlar.  Mustafa sandalyeyi bir tık daha yaklaştırıyor. 

-Canım, hastasın biliyorum ama sen uyurken Semra ile konuştuk. Biraz tedirgindi. Ne olduğunu sorunca "Evime girildiğinden şüpheleniyorum." dedi. Dün gece arkadaşı ile dışarıdaymışlar. Eve geç vakit dönmüş ve bir gariplik olduğunu fark etmiş. Kitaplıktaki kitapların yeri değişmiş. Dolap rafları da karışmış. Hatta senin eve geldiğini sanmış. Seni arayıp hastanede olduğunu duyunca çok şaşırmış. Ben de seni aramıştım. Bu olaydan uzak dur diyecektim. Ablan hastanede olduğunu söyleyince gelmek istedim.

Bir kaç saniye sessiz kaldım. Semra bana bir şey söylememişti. Ona alt kattakilerden söz etmeli miydim? Kızın başını belaya mı soktum? Ama yok, bilse daha çok endişelenirdi. "Umarım Semra'ya bir şey söylememişsindir" diye cevapladım Mustafa'mı.

"Söylemedim" dedi. "Ama daha fazla saklayamayız. Risk altında olabilir."

Hımm. Saklayamayız demek. Bu "mayız" ekine bayıldım. 

-Sen bir sonuca ulaşabildin mi?

-Arkadaşlara iletişim halindeyim. Şu an gözlem aşamasındalar. Senin işitme sorunun nasıl oldu?

Kulaklarımdan tıkaçları çıkarıyorum. Bunlar olmasa bütün hastanenin dedikodusunu yapabilirim.  Koridordaki bankoda duran hemşire dün erkek arkadaşı tarafından terk edilmiş. Bu sabah gelen doktor hanım da iki aylık hamileymiş. Ama ne yazık ki evli değil. 

Mustafa gülerek yanağıma bir öpücük konduruyor.

-Çok şekersin.

Tıkaçlara bakıp gülümsüyorum.

-Sen böyle davranacaksan bunları hiç takmam diyorum.

O bir şey demeden kapı açılıyor. Doktor Sadettin Bey, yanında bir kaç öğrencisi ile içeri giriyor. Onunla birlikte binlerce ses dalgası kulağıma hücum ediyor. Tıkaçları hemen takıyorum. Mustafa bana "Şimdi gitmeliyim. Seni arayacağım." diyerek veda ediyor. Of be Sadettin, daha sonra gelseydin olmaz mıydı?

-





Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jan 09, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

SESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin