Banyoya giderken mutfaktan sesler geliyordu. Annemle ablam masanın eksiklerini tamamlamakla meşguldüler. Elimi, yüzümü yıkayıp masaya oturdum. Börekten bir parça tabağıma aldım. Nefis olmuştu. Ama ağzımdaki o acı tat yediklerimin zevkine varmamı engelliyordu. Ablam elinde domates tabağı ile gelip beni masada görünce çok şaşırdı.
-Aaa. Sen ne zaman kalktın? Hiç duymadık. Günaydın!
Ağzımdaki börek lokmasını yutarken cevap verdim.
-Şimdi kalktım. Annemle mutfakta kaynatıyordunuz. Hadi gelin de kahvaltı edelim!
Ablam üç bardak çayla geliyor. Annem de sucuklu yumurta sahanıyla sahnede.
"Babam yok mu?" diye soruyorum çayları göstererek.
"Sabah erkenden çıktı. Bugün kursu var." diye cevaplıyor annem elindeki sahanı önüme sürerek. Bir kaç sucuk alıyorum. Babam ve kurs... Yok canım, annemin dili sürçtü her halde. "Nereye, nereye?" diye soruyu yineliyorum. "Kurs" diye üstüne basa basa tekrarlıyor. Fotoğrafçılık kursu." Şaşkınlığım bir kat daha artıyor. Babam ve fotoğrafçılık... Kafamda bir türlü bağdaştıramıyorum.
-Allah allah! Ne zaman çıktı bu fotoğrafçılık merakı?
Annem masadaki kahvaltılıklardan tabağıma servis yapıyor. Ablam kızarmış ekmekleri önüme yığmış.
- İpekciğim, babam sen de evden ayrılınca yalnızlığı iyice hissetti. Salim Amca babamı da kursa sürüklemiş. Bir iki defa misafir öğrenci olarak gitti. Ortam çok güzelmiş. Saha çalışmaları da yapıyorlar. Abant'a, Bursa'ya, Tuz Gölü'ne fotoğraf çekimine gideceklermiş.
"Süper" dedim. Babam için harika bir uğraş. Ne kadar güzel olmuş. Salim Amca'ya telefon açıp teşekkür edeceğim.
Annem tabağımda bir santimetre kare yer bırakmamış. Tepeleme dolu. Kızarmış ekmeğe tereyağ sürüyorum. Üstüne de vişne reçeli. Tutkunum şu vişneye.
Annemin gözü üzerimde. "Şundan da ye, bundan da ye" diye talimatları sıralıyor. Bir kaç lokma yutuyorum ve korktuğum başıma geliyor. Ve midem ihanete başlıyor. Yapılır mı bu sofraya ya? Yapılır mı bu emeğe?Hızla koşup kendimi banyoya atıyorum. Bu çok kötü bir şey. Önce soğuk bir ter. İçimden, ta hücrelerimin çekirdeğinden bütün vücuduma yayılan bir fenalık duygusu beni esir ediyor. Ancak içimdekileri çıkarınca rahat edeceğimi biliyorum. Kendimi zorlayarak yediğim bir kaç lokmayı da klozete aktarıyorum. Yine bol beyaz köpük. Sabun mu yedim yanlışlıkla? Bu sefer çıkarmakla da rahatlayamıyorum. Bulantı ve baş dönmesi durmuyor. Ablam başımda düzelmemi bekliyor. Ona gülümsemeye çalışıyorum. Ard arda öğürmelerim beni yorgun düşürüyor. Nakavt olmuş durumdayım. Ablam gözlerini dehşet içinde açmış bana bakıyor. Kim bilir nasıl görünüyorum? Fenalık hissi daha da kötü... Daha fazla dayanamıyorum. Bayılmışım.
Bütün filmlerde kahraman bayılır ve hastane odasında uyanır. Ben de nerede o şans? Ablamın bağırmasıyla kendime geliyorum. Hâlâ banyodayım. Boylu boyunca yere uzanmışım. Ablam başımda, annem banyo kapısında bağırışıp ağlaşıyorlar. Ağlamalarından ne diye bağırdıklarını duyamıyorum.
"Telefonum" diyebiliyorum. Ablam gözü yaşlı ve dehşet içinde İpek İpek diye bağırarak eğiliyor. Ben tekrar "Telefonum" diyorum. Kendi bağırışından benim sesimi duyamıyor. Bir sus be kadın. Bir sus da beni duy. Üçüncü turda "Telefonum" kelimesini duyuyor ve bir koşu içeriden getiriyor. Doktorum Saadettin Bey'in telefonunu verip Sezen'e uzatıyorum. Konuşacak halim yok. Sezen heyecanlı heyecanlı durumumu anlatıyor. Sanırım hastane yolu göründü. Sezen eniştemi çağırıyor. İş yeri çok yakın zaten. Baş dönmem biraz azalmış gibi ama bulantım inatla devam etmekte. Yarım saatte hastanedeyiz. Ablamla eniştem yatış işlemlerini yaptırırken beni de acile alıyorlar. Hemen damar yolu açılıp serum takılıyor. Hastalığın bu seyri daha önce bedenime uğramadığı için ne kadar şanslı olduğumu anlıyorum. Ağrılarla, acılarla, bulantılarla başa çıkıp normal bir hayatı sürdürmek çok zor. Nasıl başaracağım? Daha ilk darbede hasar almıştım. "Güçlü olmalıyım, güçlü olmalıyım." Serum ve ilaçların etkisiyle uyumuşum. uyandığımda bu sefer odadaydım. Hastane odasında tabi. Annem, ablam, Semra odaya kurulmuşlar bile. Her kafadan bir ses. Kafamda bir ağırlık. Sesler çok rahatsız ediyor. Elimi kulağıma götürünce anlıyorum, kulaklıklarımı çıkarmışlar. Uyandığımı görünce ablam hemşireyi çağırıyor. Hemşire orta yaşı geçkin esmer, topluca bir kadın. Odadakilere "Burada ne işiniz var? Çabuk odayı boşaltın!" der gibi bakıyor. Hemşirenin arkasından genç bir doktor geliyor. Annemle Semra bakışlardan sinip en dip köşeye çekiliyorlar. Doktor bir kaç soru soruyor. Sanırım bilincimin normale dönüp dönmediğini kontrol etmek istiyor.
-İpek Hanım hangi yıldayız?
-2015
-Güzel,başbakanımız kim?
-Davutoğlu elbette. Ne saçma sorular bunlar.
Doktor ayağa kaldırıp dört beş adım attırıyor. Sırtımı dinleyip muayene ediyor, sonra elindeki dosyaya bir şeyler ekliyor. Yorgunum, çok yorgun. Hemşire küçücük bir hap veriyor. Doktorla hemşire çıktıktan sonra kapıda babam beliriyor. Arkasında da Mustafa... Mustafa Deniz. Burada ne işi var? Nasıl haberi oldu? Bunlar ne ara tanıştılar?
-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SES
Adventureİpek, İsviçre'den bindiği uçakta yakışıklı bir akademisyenle tanışır. Ne yazık ki yolculuğunun sebebi amansız hastalığına çare bulmaktır. Beyninde büyüyen tümöre karşılık hastalığa aldırmaz tutumu yakınlarını endişelendirmektedir. Hiç ummadığı and...