"Özür dilerim. Öyle bağırmak istememiştim size."
Alex giymiş olduğu ilginç pantolona ve gömleğe hala alışamadığı için üstünü başını elleyip duruyordu. Çiğdem suratı asık ve atarlı halde onun yanında ama bir adım önünde merdivenlerden iniyordu.
"Ne de olsa prenssin ya! İstediğine bağırıp çağırma hakkına sahipsin. Herkese emirler yağdırıp kin kusabilirsin! Aynen kitapta okuduğum gibi. Ama ben senin ne askerinim, ne halkından biri, ne de saraydaki hizmetlin! Söyledim sana! Krallık prenslik artık bu devirde işlemiyor! Kimse kimseden insan olarak, sınıf olarak üstün değil. En azından bu ülkede böyle! Ya da böyleymiş gibi görünüyor... Neyse! Sakın kaybolayım falan deme. Sakın!"
Apartmanın kapısını açarken Alex'ten yana dönmüş, çocuğuna emir veren bir anne misali Alex'in gözlerinin içine bakmıştı. Alex tamam anlamında başını salladıktan sonra Çiğdem de önüne döndü ve apartmanın dışına çıktı. Ardından da Alex sokağa adımını attı.
Yine şaşkınlara bağlayarak etrafındaki beş altı katlı, beton yığını sık yapıları incelemeye başladı. Çiğdem birkaç saniye durup onu bekledikten sonra çekingen hareketlerle elini ona uzattı ve Alex'in sağ elini tutmak istedi. En doğrusu bunu yapması olacaktı.
Çiğdem "Gel hadi, elimi bırakma," derken, Alex, Çiğdem'in tutmakta olduğu sağ eline kilitlenmişti. Çiğdem onu çekiştirirken Alex yine etrafına odaklanarak yürümeye başladı.
Beraber sahil yoluna indiklerinde Çiğdem kaldırımda durunca Alex de durdu. Kafayı yemek üzere olduğunu hissediyordu çünkü tam karşısında, ayrı bir yolda çok ilginç uzun bir şey gidiyordu. Normal yolda çeşitli şekillerde ve renklerde olan dört tekerlekli taşıtlar vardı. Her birine bakacağım derken, başını sağa sola yukarı aşağı çevirmekten manyağa dönmüştü.
Çiğdem ise otobüsle mi yoksa tramvayla mı gitseler diye düşünüyordu ama görünüşe göre ikisi de zor olacaktı. Alex için en doğrusu yürümeleriydi. Ama öyle de yol uzun sürecekti. Aslında konuşarak gidebilirlerdi. Ne de olsa konuşacak çok şey vardı.
"Sizin için taksiye binmek en doğru seçenek olurdu prens hazretleri fakat şimdilik seni korkuyla baktığın arabalardan birine bindirmem doğru olmaz. O yüzden gideceğimiz yere yürüyerek gitsek iyi olur."
"Araba mı? Bunlar araba mı?"
"Evet bu gördüğün tekerlekli, yolda giden şeyler araba, bugünlerde otomobil diye adlandırılıyor tabii, sizin at arabalarının atsız çalışanı. Zaten eğer kendi çağında yaşasaydın icat edilmesine az bir zaman kalmıştı. 1800'lerde buldular. Yani senin yaşadığın yüzyılda. Tabii artık her sene biraz daha gelişiyor. Şu büyükleri minibüsler, daha büyükleri otobüsler. Şu raylarda giden de tramvay, bir çeşit tren... Ama sanırım tren de 1800'lerin başında henüz yoktu. 1800'lerin ortasında yaygınlaştı. Tarihleri tam bilemem ben. Neyse. Ona binecektim ama dönerken bineriz, şimdi çok kalabalık, sen bayılırsın onun içinde."
"Niye bayılacakmışım?"
"Alışkın değilsin çünkü."
"Evet değilim, çünkü hayatımda ilk defa görüyorum! Şunu dile getirmekten vazgeç!!!"
"Tamam tamam! Özür dilerim. Gitmek istediğini biliyorum, ben de senin burada olmandan çok mutlu değilim. Sabahtan beri 'Acaba tüm bunlar benim kafayı yediğimin bir göstergesi mi?' diyorum ama... buradasın, kanlı canlı duruyorsun. Bu cidden çok ürkütücü."
"Sen bir de bana sor."
Bir süre sessizce kaldırımdan Karaköy tarafına doğru yürüdüler. Alex bir sürü şey sormak istiyordu aslında. Ama bir türlü kelimeler ağzından çıkamıyordu. Zaten aklı sürekli tutmakta olduğu sıcak ele gidiyordu. Çiğdem'in eline. Derisi yumuşacıktı. Pürüzsüzdü resmen. Onun elini avucunun içinde hissetmek güzeldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FIRLAMA PRENS (1)
HumorÇiğdem iki ev arkadaşıyla mutlu mesut yaşıyordu. Ta ki bir gün sahaftan aldığı eski bir kitap hayatını sonsuza dek değiştirene kadar... Kitap çok güzeldi, sürükleyici başlamıştı. Fakat daha kitabı bitiremeden kitap ortadan kaybolmuştu ve kaybolmadan...