Φ Bölüm şarkısına ilk Lynyrd Skynyrd - Simple Man demiştim fakat daha duygusal bir parça isteyenlerin, Ingrid Michaelson - Open Hands dinleyerek okumasını tavsiye ederim. Medyaya eklediğim de o olacak. Φ
İnsan, canını en çok yakana yakın olmak istermiş dâima. Ondan uzağa attığını düşündüğü her adımı, onu, ona biraz daha yaklaştırırmış aslında. Kopamazmış... Kalbini tuz buz ettikten sonra o zerre büyüklüğündeki parçaları bir araya getirmeye çalışanı koşulsuz severmiş çünkü. Öyle bir sevgiymiş ki bu, kalbini kıranın ellerinden alırmış kendi can kırıklıklarını. Sanki kalbini bu hâle getiren o değilmiş gibi. Sanki o kırıklar onun ellerine değil, kendi ellerine batmalıymış gibi. Sanki canı yanan bir tek, kalbi kırılan olmalıymış gibi. İşte tam da bu yüzden, kendi kendine yamalamaya çalışırmış kalbini.
Aptalmış insan. Unuturmuş onun yaptığı, dediği, hissettirdiği tüm o yürek burkan eylemleri, sözleri ve hisleri... Kafasında kurduklarına uydurmaya çalışırmış onu, onunla yaşadıklarını, yaşıyor olduklarını, yaşayacaklarını... Onu olduğu gibi kabûl ederken, kendinden taviz verirmiş sürekli.
Ve tüm bunlar sonucunda üzülürmüş insan. Anlamadığından onu, anlayamadığından... Üzülürmüş. Çünkü insanlar için önemli olan, o an gerçekleşen olaylar değilmiş; insanlar için önemli olan, o an, kafalarında kurduklarının gerçekleşip gerçekleşmediğiymiş.
Çınar, ikinci dersin bitmesine beş dakika kala hocasından izin alıp çıktı sınıftan. Dar gelmişti sınıf, dar geliyordu elleri cebinde, başı önünde sıkıntıyla sonuna yürüdüğü uzun koridor ve böyle giderse dar gelecekti dünya.
Ne yapacağını bilemeyerek, birkaç adımdan sonra durdu olduğu yerde. Sırtını duvara yaslayıp; kalın, siyah ceketinin ceplerine yerleştirdiği ellerini yumruk yaptı, gözünün önünden gitmeyen görüntüler nedeniyle. Başı, düşünmekten çıldıracağı soruların ağırlığı yüzünden önüne düşerken, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.
Gencer Umut'u nasıl o kadar güzel güldürebilmişti? Ders boyu, iki sıra önünde oturan ve mutlu olduğu her hâlinden belli olan Gencer'i izleyerek bunu düşünmüştü genç adam. Genç kızın ona ettiği tebessümlerde varlığını dâima koruyan burukluğu nasıl yok etmişti bu çocuk? Ne söylemiş, ne yapmıştı? Sıkıntılı bir nefes daha gönderdi ciğerlerine. Bu duruma canını sıkmamak elinde değildi.
Az sonra zilin çalacağının bilincinde, sırtını yasladığı duvardan çekip tam karşısındaki merdivenleri inmeye başladı ağır ağır. Ayakları onu kantine götürürken, Çınar da kalbini sıkıştığı yerden çıkarmaya çalışıyordu.
Korkuyordu Çınar, korkuyordu kalbi, korkuyordu duyguları. Kaybetme korkusu, uzun zamandır benliğinin bir parçasıydı. Gerek babasının işi nedeniyle yaşadıkları, gerek annesinin o günlerdeki hâli, gerek Elif'in hastalığı... Tüm bunlar kamçılamıştı o duyguyu, her an elinde avucunda ne varsa, kendi dâhil her şeyini kaybedecekmiş gibi hissediyordu. Bu yüzden hayatına kimseyi almıyor, alamıyordu. Aldığı an onu da kaybedeceğine, onunla da kaybetmenin eşiğine geleceğine o kadar emindi ki... Fakat Umut...
Yerlerin, çakıl taşı lekeli karolarla kaplandığı kantine girdiğinde, kasvetli bir sis bulutunun içinden geçiyormuşçasına gerildi bedeni. Görüşü bulanıklaştı, ayrıntıları kaçırdı ve sarsıldı. Herkesin derste olduğunu bilmesene rağmen başını sağ yanına çevirip de bakamadı mâlum masaya. Baktığı an, onları yine orada görecekmiş gibi hissetti, kalbi tökezledi ayaklarına özenip. Göğsünü ele geçiren uyuşma hissi yavaş yavaş sızıya dönüştü. Canı yandı. Ama bir türlü bulamadı canını en çok neyin yaktığını. Onları birlikte gördüğü için mi böyle hissediyordu, yoksa Umut'un bu kadar güzel güldüğünü, ona gülerken değil de bir başkasına gülerken fark ettiğinden mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
METAMORFOZ
Teen FictionBir kız düşünün. Onu yaşıtlarından ayıran tek özelliği farkındalığının yüksek olması. Bu farkındalığın ona hissettirdiklerini tahmin edin bir de. Düşünceleriniz arasına, bu kızın kışları sürekli yağmur yağan bir şehirde yaşadığını da ekleyin. Şimdi...