Ağzımdan dökülmek isteyen "Sen kimsin?" temalı bu iki kelimeye mani olma çabasıyla saatler geçmişti. İskender, tam karşıma oturmuş, o gri gözlerini bana dikmiş saatlerdir beni izliyordu. Hafif bir heyecan ve birazda stres kol geziyordu içimde.
Bu adam hakkında merakım bir okyanus kadar büyük; ama bu merakımı dindirecek özgüvenim bir yağmur damlası kadar küçüktü. O yüzden belkide saatlerdir karşımda oturmuş beni izlemesine izin veriyordum. O bakışlar eskiye nazaran beni korkutmuyordu ama endişeye sokuyordu. Hayatımda bu denli yoğun bir renge ve duyguya sahip bir çift göz daha görmemiştim.
Ön plana çıkan şey gözlerdeki zincirsiz o vahşetti ama o vahşetin arkasındaki çocuğu ve İskender'in yüzünde eksik olmayan acı çeken ifadeyi görmek aslında bana o vahşetin ne kadar geri planda kaldığını gösteriyordu. Adeta kendine bir oda kurmuştu ve bu odanın içine kendini saklamıştı. Kapısı kilitli bu odaya kimsenin girmesine izin vermiyordu. O vahşette bekçi köpeği gibi istenmeyen kişileri uzak tutuyordu. Bunları normal gözle görmek mümkün değildi, farklı bir şekilde bakmak gerekiyordu.
"Yağmur." diye seslendi aniden.
Bakışlarımı yerden çekip, zihnimde ki onlarca düşünce bulutunu dağıttıktan sonra:
"Efendim?" diye karşılık verdim.
"Babanın ölümü hakkında ne kadar şey biliyorsun?"
Ona babamın ölümü hakkında tek bir şey dahi anlatmamıştım. Nereden, nasıl öğrendiğini düşünemeden yüzüme yayılan o şaşkınlık ile sadece yutkunmuş ve bir korku bulutunun altında ıslanmaya başlamıştım.
"Sen nasıl biliyorsun? Sana tek bir şey dahi söylemedim!" diye haykırdım ürkek bir şekilde.
Sakinliğini korumaya devam etti benim aksime. Yüzündeki o sakin, soğuk ifade yerini koruyordu. O an dışarıda olmayı diledim, dışarıda hâlâ kar yağıyordu ama İskender'in yüzündeki o soğuk ifade bu odayı dışarıdan çok daha soğuk yapıyordu.
"O akşam seni takip ettim. Evini, gittiğin okulu, arkadaşlarını ve tüm detayları tüm hafta boyunca öğrendim. Babanın ölümü hakkında gerekli şeyleri biliyorum ama sadece senin ağzından duymak istiyorum." dedi yüzündeki sakinliğe uygun bir tonda.
Şaşkınlığım biraz daha arttı. Tüm hafta boyunca beni takip etmiş, yaşadığım hayatı öğrenmişti ama neden?
"Tüm bunları neden yaptın?" diye sordum.
"Merak. Bir şekilde seni tanımak istedim ve tanıdım. Şimdi bana babanın ölümünü anlatır mısın?"
Neden bu kadar babamın ölümünü anlatmam konusunda ısrarcıydı? Ne amaçlıyordu bilmiyorum ama nedense yıllardır Melisaya bile anlatmadığım o günleri bu adama anlatmak istiyordum. Sanki bir şekilde beni anlayabileceğini, içimde biriken bu dert yağmurunun altında çekinmeden ıslanabileceğini hissediyordum.
"Bunu sır olarak tutacağına söz-"
"Söz."
Ne diyeceğimi önceden tahmin etmiş gibi, ben lafımı tamamlamadan net ve hızlı bir şekilde lafımı kesmişti. Şaşırmış ve bir kaç saniye aval aval İskender'i süzmüştüm.
"Gri bulutlar ve güneş arasında kalmış bir gökyüzü vardı. Soğuk bir sonbahar günüydü, yaz tatili daha yeni yeni bitmiş ve okullar açılmıştı. O gün sınıf öğretmenimden, sabah annemden ve okul dönüşü beni okula götürüp getiren servis görevlisinden azar işitmiştim. Tüm gün boyunca her şey ama her şey kasvetli gökyüzü gibi kötü ve iç burkacak bir şekilde ilerliyordu. Sabah kalktığımda bile bugün ters bir şeyler olacağını midemi ağrılar sokacak o stresten anlayabiliyordum. Eve geldiğimde annem mutlu bir şekilde akşam yemeğini hazırlıyordu. Ben, babam ve annemin yiyeceği o akşam yemeğini..." Yutkundum. Bakışlarımı İskender'e çevirdim. Dikkatli bir şekilde beni dinliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyahın Beyaz Tonu
Novela Juvenil"O siyahın içinde doğmuş beyazdı, Gri gözleri vahşet doluydu... Ama o vahşetin arkasında bir çocuk saklanıyordu, Ve ben o çocuğa aşık oluyordum... " Yağmur on sekiz yaşında, başarılı bir lise öğrencisidir. Bir gün part-time çalıştığı işten geç ç...