Prolog

1.9K 123 14
                                    

Hareketleri yavaş ama tutarlıydı. Her gün aynı parka gelir, aynı bankın istisnasız aynı noktasına otururdu ve tek bir yere kenetlerdi bakışlarını. Soluk teninin üzerine düşen siyah, kısa sayılamayacak saçlarının oluşturduğu tezat, onun dikkatimi çeken sadece tek bir özelliğiydi. Öyle ki aynı okulun koridorlarını paylaşmamıza rağmen, onu her gördüğümde irkilmemin başka bir açıklamasını bulamıyordum.

Bir sonbahar akşamıydı. Odamın parkı gören camından baktığımda yine aynı yerde, şahsına münhasır donukluğuyla oturuyordu. İnce ama çelimsiz olmayan hatlarının, metrelerce uzaktan bile seçilebilen çıkık elmacık kemiklerinin, çevresini saran güz yapraklarıyla uyumu şairleri kıskandırabilirdi ama sanki bir sorunu vardı. Her defasında beni ilgilendirmediğini düşündüğüm için erteleyip beynimin ücra köşelerine tıktığım bir soru işaretiydi bu benim için ve hatta belki, aşmam gereken küçük bir özgüven testiydi. Sırtıma yün hırkalarımdan birini geçirirken konuşmaya nasıl başlayacağımı düşünüyordum. Evden çıkıp parktaki o özel bankın yolunu tuttuğumda ise ilk önce kendimi tanıtmaya karar vermiştim. Bu küçük seremoninin üstesinden elbette ki gelebilirdim; şayet saniyeler önce oturduğu bankı boş bulmasaydım.

Telafi edilmesi işten bile olmayan küçük hayal kırıklığımla eve dönerken, bir sonraki günün okul işlerini yetiştirirken, uyuyakalırken ve hatta gecenin bir yarısı çalışma masamdan gelen çıtırtıyla yatakta doğrulduğumda bile o boş bankın görüntüsü hala aklımdaydı; fakat bankın sahibini karşımda, odanın bir diğer ucunda görmeyi beklemiyordum.

"Ne işin var odamda!?" diye sorduğumda çoktan yorganı başıma kadar çekmiştim ve biliyordum ki nefesim korkudan kesilmemiş olsaydı, önceliği çığlık atmaya verebilirdim.

"Aynı soruyu benim sana yöneltmem gerekirdi aslında." diye cevap verdi daha önce bu kadar yakından duyma şerefine nail olamadığım kalın, tok sesiyle. Hemen ardından dehşet dolu bakışlarıma dayanamamış olmalıydı ki "Etrafına bir bak! Burası senin odana benziyor mu?" diye sordu.

Kendi odamda olmadığımı anlamam için camdan süzülen ay ışığı bile yeterliydi; dahası kendi evimde olduğumu bile zannetmiyordum.

"Ne-neredeyim? Buraya nasıl geldim?" diyerek düzensiz nefesimin sorulabilecek en mantıklı sorularla harcamıştım.

"Eğer gerçekten öğrenmek istiyorsan beni takip edebilirsin." dedi, elini odanın kapısına atarak koridorun ılık sarı ışığının içeriye süzülmesine izin verdi ve ardından "Yok hayır, öğrenmek istemiyorsan odanın kapısını kapatıp yatağına dönebilirsin. Söz veriyorum bu gece nerede uyuduysan orada uyanacaksın." diye ekledikten sonra kendi açtığı kapıdan çıkıp arkasında sadece uzaklaşan adımlarının seslerini bıraktı.

Şimdi düşündüğümde, o odanın kapısını kapatıp bir sonraki güne hiçbir şey olmamışçasına –kendi evimde, kendi odamda- başlar mıydım, bilmiyorum. O günlerde bildiğimi düşündüğüm pek çok şey gibi. Adım Lavin ama artık Gölgesizlerle birlikte anılıyorum.


GölgesizlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin