Soğuk bir kış günüydü. Kar yağıyor, rüzgâr adeta karla dans ediyordu. Kar o kadar şiddetli yağıyordu ki göz gözü görmüyordu. Kimisi yürüyor, kimisi koşuyordu. Acele etmeliydiler. Tren garı uzaktaydı. İnsanlar büyük bir çaba ile tren garına doğru ilerliyordu.
Rüzgâr tüm hızıyla esiyor, tren garına giden insanların önünü kesen eşkıyayı andırıyordu. Acele etmeliydiler. Tren garı uzakta, tren ise yaklaşmaktaydı. Sirenler ötüyor, trenden çıkan kara duman uzaktan görünüyordu. Her geçen dakika siren sesi biraz daha belirgin çıkıyordu. Acele etmeliydiler.
Treni kaçırmamalıydılar. Kim bilir bir sonraki tren ne zaman geçerdi. Yaşlısı, genci, hamilesi, zengini, fakiri tren garına doluşmuş, trenin gelmesini bekliyordu. Hayatta birbirlerini daha önce hiç görmemiş, bundan sonra da görmeyecek insanlar sıra olmuş sol tarafa bakarak treni gözlüyordu. Birbirlerini tanımayan, birbirlerine yabancı insanların tek bir ortak noktası vardı. Tren gelecek hepsi binecekti. Fakiri de binecek, zengini de. Yaşlısı da genci de o trene binecekti.
Sıra olmuş insanların arasında en önde küçük bir kız, yanında da o küçük kızın elini sımsıkı tutmuş annesi vardı. Kız, beline kadar uzamış altın gibi parlayan saçları, okyanus gibi parlak mavi gözleri ile göz kamaştırıyordu. Kız o kadar güzel o kadar şirindi ki tüm insanlar kıza ve annesine bakıyordu. Ama insanlar kızın güzelliğine değil üstündeki elbiseye bakıyordu.Kış günüydü, hava soğuktu. Sımsıkı giymiş insanlar bile titriyor, soğuktan dişleri birbirine vuruyordu. Fakat kış günü olmasına karşılık bu küçük kızın ne ayakkabısı ne de üstüne giymeye bir montu vardı. İnsanların merhamet duygusu kabarıyor, küçük kıza acıyarak bakıyordu. Ama sadece bakmakla yetiniyorlardı. Oysaki kız bu durumuna hiç aldırmıyor annesiyle oyun oynuyordu. Sanki bu soğukta ayakkabısız, montsuz duran kız değil de onlardı.
Belki de hayatında hiç tren görmemiş, trenin dahi ne olduğunu bilmiyordu. Siren seslerini duyuyor, şaşkın şaşkın sesin nereden geldiğine bakıyordu. Halinden o kadar mutluydu ki dans ediyor, kendi kendini alkışlıyordu. Çıplak ayakla balerinleri andırıyor, karın üstünde melekler gibi süzülüyordu. İnsanların içine işleyen soğuk sanki ona dokunmuyor, şiddetli esen rüzgâr ona sıcak hava üflüyordu.
Her geçen dakika tren biraz daha yaklaşıyor, kara dumanı kara aldırmadan yukarı doğru yükseliyordu. Küçük kız meraklı gözlerle siren sesinin nereden geldiğine bakıyor, bir yandan da annesine soru soruyordu. Treni merak ediyor, yerinde duramıyordu. Gülüyor, eğleniyor etrafa neşe saçıyordu. Soğukta ortamı ısıtıyor, ona bakanların yüzünde hafiften bir tebessüm bırakıyordu.
Hemen yanlarında uzun boylu, esmer bıyıklı bir adam duruyor, somurtkan bir şekilde trenin gelmesini bekliyordu. Adeta canlı heykeli anımsatıyordu. Adam o kadar uzun ve hareketsiz bir şekilde tren bekliyordu ki küçük kız heykel zannedip dokunmak istiyor, adam hareket edince korkup kaçıyordu. Adam o kadar kalın giymiş o kadar kalın giymişti ki uzaktan devleri andırıyordu. Ayağında botlar, üzerinde kalın kahverengi bir kaban, boğazında siyah bir atkısı vardı. Zengin olduğu her halinden belli oluyordu. Tertemiz kıyafeti, kolunda ışıl ışıl parlayan altın saati ile dikkati çekiyordu. Bir elinde çantası bir elinde sigarası tren bekliyordu. Hiç gülmüyor, ikide bir saatine bakıyordu. Arada bir küçük kızın şirinliklerini izliyor, hafiften gülümsüyor tekrar somurtup sigarasından bir fırt daha çekiyordu. Adam sigaraya dudaklarını yapıştırıyor, tüm gücüyle ciğerlerine çekiyordu. Biraz bekliyor, dumanı dışarı üflüyordu. Ağzından o kadar çok duman çıkıyordu ki dağ evinin bacasından çıkan dumandan farkı yoktu.
Küçük kız bir yanındaki adama bakıyor, bir de trenden çıkan kara dumana bakıyordu. Heyecanlı bir şekilde annesine yöneliyor: "Anne tren de insanlar gibi sigara mı içiyor?" diye soruyordu. Annesi gülümsüyor, kızın saçlarını okşuyor ama cevap vermiyor daha doğrusu veremiyordu. Çünkü annesi de trene ilk defa binecekti. Küçük kız hayatında hiç tren görmemişti. Trenin neye benzediğini dahi bilmiyordu. Kendi kendine hayaller kuruyor, hayalindeki treni şekilden şekle sokuyordu.
Kar aralıksız yağıyor, rüzgar yerden kaldırdığı karla dans ediyordu. Raylar karla kapanmış, kış beyaz örtüsünü rayların üzerine çekmişti. Tren uzaktan görünüyor, rayların üstündeki beyaz örtüyü kaldırarak geliyordu. Tüm gardaki insanlar trenin geldiği tarafa doğru bakıyordu. Hepsinin yüzündeki mutluluk gözlerinden okunabiliyordu. Elbette de küçük kızın.
Küçük kız trenin sesinden ve hızından ürkmüş bir adım geri çekilmişti. Bir yandan trene bakıyor bir yandan da annesi ezilmesin diye elinden tutmuş kendine doğru çekiyordu. Tren yaklaştıkça kızın gözleri ışılıyor, trene büyülenmiş gibi bakıyordu. Adam tren gelene kadar elindeki sigarasını bitirmeye çalışıyordu. Elindeki sigarayı ağzına götürüyor, elini ağzından bir karış uzaklaştırmadan tekrar sigarasını ağzına yaklaştırıyordu. Hızlı hızlı içiyor, dumanı hem ağzından hem burnundan çıkarıyordu.Tren gara girmek üzereydi. Yerler titriyor, küçük kız korkuyordu. Nihayet beklenen tren gelmişti. Kapılar açılıyor, insanlar içeri girmeye çalışıyordu. Yaşlısı da genci de zengini de fakiri de trene biniyordu. Herkes kendi yerine oturuyor, trenin hareket etmesini bekliyordu. Küçük kız yerine oturmuş sağını solunu inceliyordu. Camdan dışarı bakmak istiyor, ama buğulu camdan hiç bir şey göremiyordu. Biraz önce yanındaki adamı arıyor, bulamıyordu. Makinist kapıları kapatıyor, hareket etmek için son hazırlıkları yapıyordu. Kapılar kapanıyor, sirenler ötüyordu. Tren kara dumanını çıkararak yoluna devam ediyordu.
...SON...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YELKOVANIN ARDINDAN
Short StoryZaman inadına geçiyorken önümüzden bizi de sürüklüyor peşinden. Günler geçiyor dakika dakika, gün gün, hafta hafta ve adım adım. İnsanoğlu zamanı üçe ayırmış. Önceki günler geçmişte kalmış, yarınlar gelecekte var olmuş, şimdi ise gelecek ve geçmiş...