Güneş bulutların arasından göz kırpıyor, sanki iki eliyle bulutları aralayıp dünyayı seyretmeye çalışıyordu. Dünyayı kuş bakışı görmek için en tepede duruyor, tüm sıcaklığını dünyaya aktarıyordu.
İnsanlar bu sıcaklığa alışık olmadığından olacak ki ellerinde bir su şişesi gölgeye doğru hareket ediyorlardı. Nerede bir ağaç görseler dibine oturup ilk defa gördükleri insanlarla yıllarca ahbap gibi sıcak sohbetlere girişiyorlardı.
Malum güneş tam tepede duruyor, ortalığı amansızca yakıyordu. Tüm insanlar parka akın ediyordu. Park yaşlısı, genci, çoluğu çocuğuyla dolmuştu. Çocuklar gölgede oyun oynuyor, anneleri ve babaları yanlarındakilerle sohbet ediyordu. Herkes güneşten mayışmış, bir kenara oturmuştu.
Sadece bir kişi ayaktaydı. Park görevlisi sıcağa aldırmıyor, yere yılan gibi serilmiş upuzun hortumla tek tek ağaçları, çiçekleri, gülleri suluyordu. Oturanları rahatsız etmemek için adeta damlaları sırtında taşırcasına titiz davranıyordu.
Park görevlisi orta yaşlarda, beyaz tenli; fakat sıcak soğuk demeden öğle akşam farketmeksizin güneşin altında kaldığı için esmerleşmiş bir teni vardı. Yüzünün tombulluğuna zımba ile yapıştırılmışcasına sırıtan kara bıyıkları, ilk okul çocuklarını aratmayacak kadar üzerine oturmuş mavi, askılı önlüğü ile öğle sıcağına aldırmadan işini yapıyordu.
Güneş yavaş yavaş, derste uykusu gelmiş çocuk gibi başını batıya doğru eğiyordu. Zımba bıyıklı amca parkın yarısını sulamış, biraz yorulmuş olacak ki boşalan bankın birine oturmuş, bir sıgara tüttürüyordu.
Biraz önce sulamış olduğu güller güneşin etkisiyle olacak ki banyo yaptırılmış bebek gibi sırıtıyordu. Saçlarından akan damlalar omzuna düşermiş gibi güllerinde üzerinde bulunan damlalar ilk önce yapraklarına oradan da masum bir şekilde toprağa düşüyordu. Güller parkın ortasında boy boy dizilmiş gelinlik kız gibi süzülüyordu. Rengarenk, her çeşit güller okulda her sabah büyük bir sevinçle Andımız'ı okumak için dizilmiş çocuklar gibi parktan gelip geçenlere huzur veriyordu. O kadar güzel o kadar çoktular ki insan yoldan geçerken koparmamak için kendini zor tutuyordu. Her bir gül yeni yeni tomurcuk çıkarıyor, toplu fotograf çektiren aileyi anımsatıyordu. Parka her gelen mutlaka bu güllerle fotograf çektiriyor, bir anlık tebessümü ebedileştiriyordu. Güllerin de güneşin ışınlarından olacak ki tam bu fotoğraf esnasında aferin almış çocuk gibi yanakları kızarıyor ve onlar da fotograf çekene poz veriyordu.
Tam gül bahçesinin ortasında bir yabancı ot, rüzgar estikçe 'bende buradayım!' der gibi el sallıyordu. Diz kapağı boylarında, yeşilin en doyurucu tonunda, tüm güllere el uzatırcasına bir çok dalı olan yabancı bir ottu.
Tüm bu güzel güller arasında çirkinliğine, yabancılığına aldırış etmeden bu kadar büyüyebilmiş, güzel kızlar arasında kendini erkek Fatma gibi yetiştirmişti. Diğer güller de bu yabancı ama bir o kadar da yerli sayılan otu dışlamamışlar kardeş gibi iç içe, aynı sudan aynı güneşten beslenmişlerdi. Hakikaten çok zordu bu yabancı otun işi. Hem herkesten farklı olacaksın, hem herkesten daha dik başlı olacaksın, hem de incinmeden elin kolun kesilmeden özgür bir biçimde yaşayacaksın. Pes doğrusu.
Yabancı ot hem tüm bunlara aldırmıyor, hem de genç yaşında aşka küsmüş, çoluk çocuğa karışmamış delikanlı gibi çiçeksiz, börtü böceksiz yaşıyordu. Tüm güller renkten renge girerken yabancı ot her zamanki renginden ayrılmıyor, kendini topraktan filizlenip çıktığı ilk gün gibi tüm sadeliği ve saflığıyla koruyordu.
Rüzgar çıkmış, hava biraz da olsun serinlemişti. O cıvıl cıvıl ortam yerini yavaş yavaş eski tenhalığına bırakıyordu. Zımba bıyıklı görevli sulama işini bitirmiş, bir sıgara molası verdikten sonra yerleri süpermeye başlamıştı.
Rüzgar hızını artırıyor, rüzgarın etkisiyle güller ve hepsinden farklılığı ile kendini ön plana çıkaran yabancı ot 23 Nisan'da izleyenlere teşekkür eden çocuklar gibi el salllıyordu. Kim bilir yarın kimler gelip bu banklarda oturacak, kimler güllerle ve fark etmedende olsa yabancı otla fotograf çektirecekti. Bir gün daha bitmiş, güneş başını tamamen Batı'ya eğmiş, nöbeti aya devretmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YELKOVANIN ARDINDAN
Cerita PendekZaman inadına geçiyorken önümüzden bizi de sürüklüyor peşinden. Günler geçiyor dakika dakika, gün gün, hafta hafta ve adım adım. İnsanoğlu zamanı üçe ayırmış. Önceki günler geçmişte kalmış, yarınlar gelecekte var olmuş, şimdi ise gelecek ve geçmiş...