3.Bölüm

42 9 0
                                    

Oysa kim istemez ki, her gün ilkbahar günü? 
Şiirler yazmak, izleyip kırmızı gülü. 
Akan saatler, beraberinde götürür ömrü, 
Kalan sağlar senindir, kaybedilenler ölü.
 





Kurduğum düşler hayat mı bulacaktı yoksa buhar olup yok oluşunu mu izleyecektim. Hiç bir sonuca hazır değildim. Kalbim oka dar ağırdı ki onun hamallığını yapıyordum. Bir papatya gibi birileri beni teker teker koparıyordu seviyor sevmiyor diye. Şuanda yapraklarımın sonuna gelişi ya seviyor ya sevmiyor.

Rüzgar sağ eliyle bana yol gösterirken dalgın vücudumu koltuk takımının üstünde buluyordum. Odanın rengi yabancı gelmemişti. Buz mavisi rengini kalbimin buz tutmuş halinden iyi tanıyordum. Odada demir baş eşyaların haricinde göze çarpan bir şey yoktu.

Rüzgar mutfaktan hazırladığı kahvelerle hızlı bir giriş yapıyordu. Bana kahve mi verdikten sonra yanı basıma oturuyordu.

"Teşekkürler ."

"Bir şey değil.'

Rüzgar gözlerimin içine daldığında ve sessizliğini koruduğun da buz mavi renkli oda buz kesiyordu. Kahveden bir yudum alarak içimi ısıtma isteği duyduğumda Rüzgar benden önce davranıyordu. Kahvelerimiz den birer yudum aldıktan sonra kuruyan boğazımın gevşediğini hissediyordum.

" Eylül ben 25 yaşındayım. Sen 19 yaşın da sın. Yaşı mı da öğrenmiş oldun bu arada. Merak ediyorsun biliyorum. Bu adam beni niye çağırdı ve söyleyecek diye. Merakını gidereceğim."

Bir filmin final bölümünü izler edasıyla odaklanmıştım karşımdaki adama.

"Eylül öncelikle şunu bilmek gerek bedeni kurtaracak ise bacak yada kol fark etmez kesilir."

Odanın içi bir anda sıcak olmuştu. Duvarların buzlu mavisi şimdi güneşi engelleyemeyen bulutlar oluyordu.

"Bana karşı bir şeyler hissediyorsun biliyorum. Doğru değil mi?"

Sadece göz kapakları mı kapata bilmiş tim. Şimdi vücudum çok ağırdı ve kalbim onun hamallığını yapıyordu.

"Bak Eylül ben zengin bir ailenin fakir çocuğuyum. Ben öğretmen olmak istediğim de babam bana " hayır saçmalama şirketlerin başında duracaksın bu fakir mesleğini yapmayacaksın yaparsan seni evlatlıktan ret ederim dedi.". Benim hayallerim de şirketler yoktu ve ben hayallerin peşinden koştum. Şimdi her şey yolundayken senin ergen duygularının kasap olup et gibi gördüğü benim hayalleri mi doğraması na izin vermem"

Yüzüm deki tane tane ter taneciklerini fark ettiğimde elimin tersiyle siliyordum. Bir kaynar kazanın içindeydim ve Rüzgar konuştukça ateş daha da yükseliyordu.

"İyi bir kız sın. Ama ben milyon dolarları ve babamı harcadım hayallerim için iyi bir kızı gözüm görmez bile üstüne basar geçerim."

İçimde kalan son enerjiyi toplayıp.

"Kırıcı oluyorsunuz ama"

Rüzgar unuttuğu kahvesini hatırlayıp bir yudum alıyordu.

"Bak komşu kızı seninki aşk değil geçici bir gençlik hevesi. Bu tür vakalar ilk değil."

Bir yanar dağı gibiydim içim sıcak idi dışım soğuk . Patlama anı kaçınılmazdı.

"Bana hasta muamelesi yapmayı bırak Rüzgar. Ben öğretmenine aşık olan kız değilim. Bu senin gördüğün yada görmek istediğin ben merdivenlerde ki deniz gözlü adama aşık oldum. Hayatıma giren ilk erkek oldun ve sonu da oldun. Ben de hayallerim için her şeyi göze aldım. Senden izin almadan sevdim ben seni. Senden izin alarak mı bırakayım. Sen benden izin almadan girdin kalbime şimdi izninle çıkabilir miyim diyorsun."

Gözlerim buğulu buğulu olmuştu.

Öğretmenliğin senin olsun bana o mavi gözlü çocuğu bırak kafi. Bu dünyadan başkada bir şey istemem.

Daha fazla tutamamıştım kendi mi hiç kırıklara boğularak ayağa kalmış kapıya doğru yönelirken Rüzgarda ayağı kalkmış sessizce beni izliyordu.

Merdivenlerden aşağı inene kadar ağladım. Kapıya geldiğimde gözlerimi silip kasabın yolunu tutuyordum.

Kuşbaşını alıp eve doğru yola koyulurken açık havanın biraz olsun bana iyi geldiğini fark ediyordum. Eve geldiğimde annem alıyordu sazı eline.

"Neredesin kızım? Yemek yapacağım seni bekliyorum."

Sessiz kalma hakkı mı kullanıyordum.

Kuşbaşını annemin eline tutuşturup sessiz bir biçimde odama gidiyordum. Kapıyı kitleyip biraz müziğin sesini açıp yatağa yüz üstü yatarken müziğin sesi hiç kırıkları mı bastırıyordu.

Ders zili çaldığında dün olanları Eda ya anlatmakla meşgul oluyordum. Eda sanki Rüzgarın paralı askeri gibi onu kolluyordu. En yakın arkadaşımın bile benden tarafı olmaması bu davada beni yalınız bırakmıştı. Rüzgar siyah beyaz takım elbisesi ile içeri girdiğinde benimle göz teması yapmaktan kaçınıyor iken benim gözlerim onun gözlerinin içine çoktan düşmüştü bile. Bunu fark eden Eda dirsek darbesi ile düştüğüm yerden çıkarıyordu beni.

"Merhaba arkadaşlar. Bugün sizinle ilk günüm. Bu ders hem tanışıp hem bilgi birikiminizi ölçeceğim. Eylül den başlayalım. Eylül bana kendini tanıttıktan sonra sümerler hakkında ne biliyorsan anlat.

Rüzgarın üzeri ne oynaması bir zeytin dalı mı yoksa sindirme psikolojisi mi anlayamadan ayağa kalkmıştım.

"Merhaba ben Eylül. 3300 yama numarası ile eğitime hizmet veriyorum. Memleketim Sivas doğma büyüme İstanbullu yum. En sevdiğim ders tarih dersidir. "

Rüzgar nefes alma mı fırsat bilerek elinde tuttuğu uzun cetveli bana doğrultarak.

"Şimdi sümerler hakkında ne biliyorsun Eylül bize onu anlat."

"Bir erkek bir kızı çok sevmiş. Aşkını bir türlü tam istediği gibi anlatamamış. Sırf derdini anlata bilmek için alfabeyi bulmuş. Aslında hepimiz aşk dilinden konuşuyoruz sümerler sayesinde."

Bu filozof tarzı konuşmamı arkadaşlarım pür dikkat dinletmişlerdi çünkü böyle bir Eylüle alışık değillerdi.

"Teşekkürler Eylül. Sırayla devam edelim arkadaşlar."

Eda adeta kulağıma bir şeyler fısıldamak için kafasını kulağımın içine sokuyordu.

"Benden de yüzsüz oldun sen. Resmen derste adama giydiriyorsun."

Eda'nın söyledikleri bir kulağından girip diğerinden çıkıyordu. Ben odaklanması gerekilen yerde idim ve onu izlerken bile dünyanın en mutlu insanı oluyordum.

Teneffüs zilli çaldığında arkadaşlarım hızla sınıfı boşaltırken Rüzgar üzerime doğru yürüyordu.

"Koridorun sonuna gel Eylül."

Oturduğum sıradan Eda'nın meraklı gözleri eşliğinde kalkıp Rüzgarın arkasına takılıyordum. Koridorun sonuna geldiğimizde sırtını duvara dayayıp.



Eylül ve RüzgarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin