SUBUTAY (PART-3)

33 0 0
                                    

                                                                                              -SUBUTAY-

Subutay'ın , Tulbuk Kalesi'ne geleli üç gün olmuştu , kasvetli Tulbuk Kalesi karların altına gömülmüş bir şekilde duruyordu. Odadaki şöminede çıdırdayan odunları izlerken aklına Turgay Noyan'ın söyledikleri geldi "bu sefer ölüm seferi" demişti , Turgay Noyan , "hiç kazanma şansımız yok mu?" diye geçirdi içinden Subutay karamsar birşekilde , sefer için gerekli malzemelerin teminini düşündü çaresizce "nereden bulacağım o kadar parayı , bu çorak topraklarda sanki birşey yetişiyor. Hangi tüccar bana para verir ki" diye söylendi kendi kendine , sonrada cevabını düşünmeye başladı "acaba kimden para bulabilirim" diye , Turgay Noyan'a sormuştu ancak oda zor durumdaydı bir kaç yıldır şehrinin çevresinde haydutlar çoğalmıştı ve kervanlar Otrar'dan geçmez olmuşlardı. Silahların tamiri için , silah yapımı için , ok ve mızrak temresi için demir gerekliydi ve bunlar ne yazık ki Tulbuk sınırları içinde bulunmuyordu. Tüm bunlar için gereken dinarı nereden bulacağını düşünmek başını ağrıtmıştı.

Bir zaman sonra kapı çalındı , hizmetlilerden biri elinde bir tepsi kahvaltılıkla gelmişti. Saygıyla eğildi tepsiyi Subutay'ın masasına bıraktıktan sonra aynı şekilde ayrıldı odadan ayrıldı. Subutay kahvaltı tepsisine baktı , iki haşlanmış yumurta , sucuk , pastırma ve fırından yeni çıkmış bir parça ekmek ve bir testi ayran vardı. Kahvaltı iştah açıcıydı Subutay haşlanmış yumurtalardan birini aldı büyükçe bir yumurtaydı , tahta masaya vurarak onu çatlattı ve soymaya başladı. İki yumurtayıda soyduktan sonra ekmekten bir dilim kesti , hafif tuz ekelediği yumurtadan bir ısırık aldı , ardından sucuk ve pastırmadan birer dıkım aldı. Kahvaltısını iştahla yaparken aklına Turgay Noyan'ın sözleri geldi "bu ölüm seferinden sağ dönmeyi başaramayabiliriz. Kalende bırakacağın yüz kişi deneyimli askerlerden oluşsun ve başlarına zeki bir kale kumandanı bırak , biz sefere çıktığımızda topraklarımız kolayca işgal edilebilir olacak , Kuzey ile Vaegirler savaşıyor olabilirler ancak bizim topraklarımızı yağmalamayacaklarını nereden bilebiliriz yada Sarranidlerin saldırmayacaklarını , Rodoklarla yaptıkları savaş onları maddi açıdan çok fazla yıprattı Kalincar Kalesi'ni ve baharat yolunu ele geçirebilirler" tüm bu sözler çınladı kulağında iştahla yediği yemek boğazına dizilmişti. Kimi kumandan yapsam diye düşünmeye başladı , eğer en deneyimli adamlarını kalede bırakırsa sefer için sorun olabilirdi. "Yeni gönüllüler topladım ancak onların zırh ve talim eksikleri var" diye geçirdi içinden bitkin bir şekilde , yarım kalan kahvaltısını bitirdi ve üzerine bir bardak daha ayran içti.

En büyük sorunlardan biri "kale kumandanı kim?" olmalı sorusuydu? "Tarık , Targutay , Celme , Serhat" hepsi iyi askerler ancak komuta sorumluluğunu alabilecek donanımları yok , iyi dövüşçüler , ok atmada , mızrakta , kılıç dövüşünde onların üstüne yoktur ama iş yönetmeye geldiğinde başaramazlar , bu düşünceler tüm gününü aldı Subutay'ın parayı nasıl sağlayacağı , kime komuta vereceği , zırh ve silahı nasıl temin edeceği , erzak ikmalini nasıl sağlayacağı , tüm bu düşünceler ile girdi yatağına , tüm gün odasından hiç çıkmamıştı bu sorulara cevap bulamazsa seferede katılamazdı. Koyun yününden yatağına girdi üzerine keçi kılından dokunmuş battaniyesi ve yine yünden yapılmış yorganını örtündü.

Tüm gece rüyalarında bu sorularla boğuştu , koridordan gelen seslerle irkilerek uyandı. Seslerden birisi çok tanıdık geliyordu ama uzunca zamandır duymadığı bir sesti , kime ait olduğunu çıkarmaya çalışırken kapısı açıldı. İçeri kapıdaki nöbetçi ile Toğrul girmişti , Subutay gözlerini oğuşturdu "cidden bu sen misin yoksa hala rüya mı görüyorum" dedi. Toğrul üzerindeki ve yüzündeki karları temizledi. Nöbetçi bu durumdan rahatsız gibi duruyordu , "sen çıkabilirsin , kardeşim gelmiş söyle bize kahvaltı getirsinler çabuk" dedi. Nöbetçi sinirden kızardı ama "emredersiniz" diyerek denileni yapmaya gitti. Toğrul börkünü çıkardığında dalgalı uzun saçları omzundan aşağıya iniyordu , sakalları uzamıştı baya her zaman onları belli bir ölçüde tutardı ama kervanı bizzat götürdüğünden sakallarını kesememiş gibiydi. Bal rengi gözleri ile Subutay'ı izliyordu , Subutay yatağından doğruldu üzerinde gecelikleri vardı kollarını olabildiğince açtı Toğrul ile sarıldılar , Toğrul'un soğuk vücuduyla temas ettiğinde içine bir ürperti girdi üşümüştü. "Hoş geldin kardeşim" dedi Subutay en içten bir şekilde , yüzü soğuktan kıpkırmızı kesilen Toğrul "Hoş bulduk Subutay , bir rahat sende var ha! Bakıyorum yatıyorsun" diye takıldı Subutay'a , gülümsedi Subutay üç haftadan bu yana ilk defa gülümsüyordu "elimden birşey gelmiyor ki kardeşim bende en iyi çözüm olarak yatıyorum" dedi.

KAYIP ULUSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin