(6)

64 3 0
                                    

"Kardeşim, şimdi şiddete ne gerek var yanı? Ne güzel hava. Birbirimizi kırmaya değer mi?"

Alaz çamurlu tepeyi tırmanmaya çalışırken bir olay çıkmasın diye söylenmeye başladı. Soğuyan havanın etkisiyle pembeleşen burnu ve kafasına taktığı şirin beresiyle gerçekten korkulacak bir tip gibi durmuyordu. O sırada kızlar çoktan çamurlu alanı geçip düz arazide dinlenmekteydiler. Yine Yeşil Çam filmleri etkisi...

"Beyler! Hadi birbirinize laf atmayı kesin de biran önce kulübeye gidelim. Daha bir sürü işimiz var." dedi abisiyle ikiz olmalarına rağmen insana benzeyen Alya.

Alya. Genelde Alya hakkında bir şey düşünmezdim. Aslında hiç düşünmüyorum, bana ne.

Ama, tuhaf gelmiyor değil. Hatırlıyorum. Küçükken, abisinin saçları gibi altın sarısı saçları vardı. Annesi doğduğundan beri hiç kestirmemiş, haliyle bu altın sarısı saçlar, dört yaşındayken beline kadar uzanmıştı. Hergün rengarenk giyinirdi. Ortaokul ve lisede, erkekler Alya'nın peşini bırakmazdı. Ne tuhaftır ki, Alya'ya ergenliğe kapılıp bir tanesiyle bile ilgilenmemişti. Belki de hep ilgilendiği biri vardı, ne bileyim. Prenses gibi kızdı abi. Sanırsın özel üretim. Lacivert gözler, sapsarı saçlar, özenle seçerek giydiği kıyafetleri falan... Yani Allah arada ayrıcalık tanımış. Ulan şu kız yüzünden Alaz ile ne kavgalara girmiştik. Kız güzel tabi, ergen erkeklerin halini de herkes bilir. Durum böyle.

İşte zaman normal alıp giderken... Ne olduysa on beş, on altı yaşında oldu galiba. Bir sabah bir baktık Alya'ya... İlk önce tanıyamadık tabi. Sonra durumu algılayınca herkes birkaç saat konuşamadı. Ya güzel kız dedik, erkekler dedik, yanlış anlamayın, Allah esirgesin kötü bir şey olmadı. Sadece biraz... Tarz değişikliği mi desem?

Uzun saçlarını tam çenesinde kestirmiş, üstüne simsiyah boyatmıştı. O sabahtan beri zaten onu renkli kıyafetle gören de olmadı, neden yaptığını soran da...

"Evren?"
"He Alaz."
"Evren çıkamıyorsan yardım edeyim."
Artık ne kadar daldıysam Alaz çıkamayacağımı düşünüp, elini uzatmış. Hadi hadi... Birileri çok kızıyordu bana.
"Yok. Dalmışım. Sen çık da, bizimkilere yardım et."

Alaz iki dakikada yokuştan çıktı. O kadar hızlı çıktı ki, şimdiden Alya'ya mangar kömürünün nerde olduğunu soruyordu.

Yerden iki çalı çırpı bulup iki üç adımda yolu yarıladım. Yolun yarısını da neden bu saçma yerden çıktığımızı, bu yolu kimin bulduğunu, bunları öğrenirsem sonucunda ne yapacağım gibi sorulara yanıt aramaya başladım. Neyse ki çamurlu yol da insafa geldi ve çok geçmeden araziye çıkabildim.

Bayağı olmuştu buraya geleli. O kadar çok olmuştu ki, en son hatırladığımda Alya'nın sarı saçları parlıyordu güneşte. Biz çok değişmiştik de, burası hala aynıydı. Bütün anıları canlandırabilecek kadar. Can acıtabilecek kadar...

Burası boş arazi değildi tabi ki. Sık ağaçlar, bu kadar yıla rağmen bizden genç duran çürük tahtadan masalar kampçıların, geldiklerinde malzemelerinin ıslanmaması ve kaybolmaması için yaptıkları gizli yerler... Sadece bir kullanıyorduk sanırım "boş arazi" kelimesini...

Buraya neden geldiğimizi gerçekten bilmiyorum. Gerçekten burada bulunan herkesin mutlu anıları vardı burada.

Aramızda, gerçekten en umursamaz gibi görünen Alaz'ın bile, buraya geldiğimizde, bir ara Alya'nın saçına baktığını görmüştüm. Ya, gerçekten bilmiyordu, ya da sırf kardeşi için susmayı tercih etmişti.

Bilirsiniz, severim ben kuru yaprağı, ıslak toprağı, yosunlanmış ağaçlara dokunmayı. Ama bugün o kadar iştahsızım ki anlatmaya. Şuanda burası, bütün hafta kuru betonların içinde çalıştıktan sonra, pazar günü ailesi ile yeşil alana kaçıp mangal yakan klasik bir Türk babası için ideal bir yer belki. İşte, diyorum ya, hem "baba", hem de "ailesi" için ideal olabilecek bir yer sadece.

LiyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin