Savaş çanları bizim için çalıyor. Hissediyorum. Rutubetini soluduğum bu bodrum katı her şeyin habercisi. Pencerenin arasından sızan güneş yeni bir günü müjdeliyordu. Bir haftayı aşkındır üstünde uyuduğum tahtalar artık sırt ağrılarına sebep oluyordu. erzak toplamak için şehre inip bozgunculuk yapmak artık alıştığım bir şeydi. Yöneticilerin meydanda halka yaptığı açıklamaya göre savaş bizden bir nefes mesafesi uzaktaydı. Halk bunun sonunun iyi biteceğini ve herkesin ödüllendirileceğini sanıyor. Ne yazık!
" Minik pırıltılarını yollar güneş ve usulca okşar donmuş topraklarımızı, Ne biz korkarız güneşten ne de güneş çekinir bizden, iyiyi de ısıtır kötüyü de , bu gökler bizim olduğu kadar sizindir de . "
Ve hanedanımizin en yaşlı ve bilge üyesinin , - dedemin - sözlerini tamamlamasıyla artık imparatorluğumuzun eski ve güzel günleri son bulmuştu. Tabii o zamanlar ne biz ne de halkımız bundan haberdar değildi.
Yüzyıllardır düşman bilinen iki imparatorluk bilinmeyen bir sebepten ötürü bugün aynı bayrağın altında toplanıyordu.
Bu gün 10.gün
Yaşadığım devirde bilgi sadece üst makamların kontrolünde. Yazılı eserlerin hepsi toplatıldığı, gazetelerde gördüğümüz sanatçıların, doktorların yani elit ve bilgili kesimin hepsi artık bir pirinç boyutundaki çiplerde sanal bir şekilde varlığını sürdürdüğü bir devir.
Geriye tanıdığım yalnızca 4 koruyucu kaldı ancak hiç biri bu görevin öneminin farkında değil. Kutsal yıllığın koruyucularını bulmam ve yıllıkları Yakutistana götürmem gerek. Kutsal görevin sonunda bu ölü ve yaşlı dünyamız için hala bir umut olabilir.
Saat öğle 11 suları, bu saatlerde meydanlarımız hep kalabalık olur. Ya bir soylu halka hitap ediyordur ya da insanlar eğitilen birisini izlemeye - evet; suçluların meydanda gözlerinin oyulması, dişlerinin çekilmesine ya da uzuvlarından bir kaçının kopartılması, yeni bir tür eğitim- ve ilkel bir şekilde eğlenmeye ve kana susamışlıklarını tatmin etmeye gidiyorlar.
Eskiden uçurtmalar uçan gökyüzünden geriye gri bulutlar ve kan kokusu kaldı.
Devlet adamları her an "askere destek" adı altında kıymetli eşyalarınızı toplamak için baskına gelebilirler. Dikkatli olmalı ve kimseye güvenmemelisiniz. Hoş, toplanılan eşyaların çoğu büyük gemilerle Karadeniz üzerinden Kırım'a ulaştırılıyor ve halka düşman olarak addedilen askerlere sunuluyordu.
Hükümetimiz Rusya devleti ile derin bir ilişki kurmuştu, toplanılan değerli madenler çok ucuza Rusya'ya satılıyor ve geliri devletimizin Saray ailesinin ayakları altına sunuluyordu. Denizlerde devletin sayılı kaptanlarından biriyken bir çok kere buna şahit olmuştum.
Halkın çoğunluğu şehirlerde iş ve ev arasında koşuşturmaktan hiçbir şeyi sorgulayamaz hale gelmişti. Köylülerimiz açlık ve hastalıkla mücadele etmeye çalışırken bir yandan da devletin sömürüsü altındaydı.
insanlar günlerce yemek yiyemiyor, haftalar süren su ve elektrik kesintilerine itiraz etmiyordu. Tabiri caizse saman gibi yaşayan bir dünya nüfusu söz konusu. 3. Dünya savaşı ben buradayım diye bağırıyor ancak halk bunu duyamıyordu.
Böyle bir düzen içerisinde dört yıllığı bir araya getirip Yakutistan' a gitmek, Bilge Başdu'ya ulaşmak ve bu laneti kırmak benim kutsal görevim. Bu görev göklerin kralı Teşup tarafından büyük dedem ve aynı zamanda imparatorluğumuzun kurucusu olan I. Hattuşili'ye verildi. I. Hattuşili bu görevi ve Tanrıların emirlerini hafife almıştı ve Kral Anitta'nın lanetini üstüne çekmişti.
Kral Anitta bu toprakları fırtına tanrılarından yağmurlu ve fırtınalı bir gecede almıştı. Bu bölgenin güzelliği insanın aklını durduracak seviyedeydi. Toprağın bir kulaç altında sayısız altın madeni vardı. Buradaki altınların benzeri yeryüzünde daha önce görülmemişti. Gören herkesi tesiri altına alan müthiş bir parlaklığı vardı. Toprağında yetişen meyveler dünyanın en tatlı meyveleriydi. Pınarlarından akan suyla bir kere yıkanan birisinin bedeni gençlik ve sıhhatle doluyordu. Ancak çok geçmeden insanlar açgözlülükle birbirlerine girmişlerdi. Anneler çocuklarını katletmeye, küçükler büyüklerini öldürmeye başlamışlardı. İnsanoğlunun bu güzellikleri paylaşamayacağını anlayan Kral Anitta Tanrılarla bir anlaşma yaptı ve bu bölgeyi ölmeden önce '' Yakıp yerle bir ettiğim bu kentin topraklarına yaban otları ektim. Benden sonra her kim kral olur ve Hattuşa'yı diriltirse Gök ve fırtına tanrılarının laneti onun üstüne olsun.'' sözleriyle lanetlemişti.
Büyük dedem I. Hattuşili bu kurala uymayan ilk kral oldu. Kurala uymadığı dönemler hayatının en güzel yıllarıydı ancak ölümü yaşamı kadar güzel olmadı. Rusya'ya giden bir gemiye bindiği sırada fırtına tanrıları sözünü unutmadı ve Karadeniz'in soğuk sularında can verdi. O gece bindiği gemi sıradan bir gemi değildi. Tüm hazinesi ve dört yıllıktan biri de yanındaydı.
Yıllıklar her yıl yapılan savaşların, harcamaların ve fethedilen toprakların yazıldığı defterlerdir. bu defterlere anal - m.ö hititler'de devletin tuttuğu yıllıklardır- denilir. Bu geleneğin amacı tanrılara kendimizi ispatlamaktır. Ancak atalarımdan I. Hattuşili, Kral Anitta ve fırtına tanrılarının lanetinden korunmak için defterlere doğru olmayan bilgileri kaydetmişti. Bu tabii ki Tanrıların gözünden kaçmadı ve halkımıza var olabilecek en büyük cezayı yani cehaleti verdi.
Bu kutsal yolculuğun kanıtı olarak bu günlükleri tutmaya karar verdim. Böylece ölümümün üstünden yıllar geçse bile bu görev uğruna hayatımı adadığımı insanlar okuyabilecek bu toprakların kutsallığını kavrayabilecekler.
Küçük ahşap pencereden dışarı baktım. Karanlık gölgeler arasında kaybolmuş ay, son dördün evresindeydi. Bir kaç gün içinde yolculuğum başlayacak ve yapmam gereken tek şey bir şekilde gemiye sızmayı başarabilmek. Sonrası benim için de bir muamma ancak risk almadığınız müddetçe hareket ediyor sayılmazsınız değil mi?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
yosurga
Ciencia Ficción" Minik pırıltılarını yollar güneş ve usulca okşar donmuş topraklarımızı, Ne biz korkarız güneşten ne de güneş çekinir bizden, iyiyi de ısıtır kötüyü de , bu gökler bizim olduğu kadar sizindir de . " Ve hanedanımızın en yaşlı ve bilge üyesinin , - d...