Merdivenleri ikişer adımlarla tırmanan Kemal'in aklında sadece tek gözlü canavarları andıran şeflerin onun üzerine kuracağı baskıyı ve nasıl tüm bunlara katlanacağı vardı. Atladığı merdivenlerin her biri aslında Kemal'i yukarıya değil, aksine aşağıya doğru indiriyordu . Talihsiz bir gün olduğu aşikardı. Daha da kötü olmamasını umarak da çıkıyordu aynı zamanda merdivenleri.
Kemal, kısa bir süre çalıştığı dairenin katına geldi. Aklı o an sanki bir galaksiydi. Ve düşünceler tıpkı yıldızlar gibi birbirinin ardı sıra yanıyor, ışık saçıyordu. Başının sol yanındaki ağrı da bu galaksinin içindeki bir karadelik misali, tüm o düşünceleri içine doğru çekiyor, adeta düşünce galaksisini katlediyordu. Tüm bu kafa hali içerisinde dairenin kapısından içeriye adım attı. İçerisi insan seslerinin birbirine girdiği, boğuk bir hava ve soluk bir ışığın hakim olduğu uzun uzadıya masalarla dolu bir yerdi. Telefon sesleri, uğultular,oksijensiz bir çalışma ortamı. Burayı tanıyordu. Burayı biliyordu. Burası onun çalıştığı, her gün saatlerini katlettiği o mezbahaneydi. Pişman oluyordu bazen burada olduğu için. Ama her zaman hissetmiyordu bu duyguyu. Bu gün onca kötü şey yaşamıştı ve muhtemelen bir kötü şeyle daha muhatap olmak zorunda kalacaktı. Tam o sırada onun masasının bulunduğu departmandan sorumlu şef görmüştü Kemal'i. 'Ve işte başlıyoruz' dedi içinden.
Şef gözlerini Kemal'e dikerek yavaş adımlarla yaklaşıyordu. Kemal, tüm olacak ihtimalleri adeta kafasından tek tek geçirdi. Bir an derin nefes aldı. Şef kızgın ve de gülmek nedir bilmeyen yüzüyle adeta bir canavarı andırıyordu. Kemal, şefe karşı seçeceği kelimeleri düşünmeye başlamıştı. Şef yaklaştı, iki adım sonra Kemal'in tam önündeydi. Titrek ve hırıltılı sesiyle imalı bir biçimde 'Kemal?' dedi. Kemal, derin bir nefes daha aldı ve 'şef' diyerek imalı soruya imalı bir karşılık verdi. Şef kızgınlığının arttığını belli eden bir ses tonuyla 'Saatin kaç olduğunun farkında mısın sen?' dedi iğrenç kolundaki saati göstererek. Kemal gayet sakin bir biçimde 'Evet. Bu gün çok talihsiz şeyl..'diyecek olsa da tek gözlü canavarı andıran şef sözünü kesiverdi. 'Ta-lih-siz-lik' dedi tonlayarak. 'Ne kadar da talihsiz bir an yaşıyoruz şu an Kemal farkında mısın?' Kemal, bu işin huzur içinde çözülmeyeceğine artık kanaat getirmişti. Sakinliğini koruyarak bu durumdan belki sıyrılabilirdi. Şansını denedi. 'Haklısınız' dedi. Tek gözlü canavarı andıran şef, baskının dozunu arttırmaya kararlıydı, 'Evet haklıyım. Haklı olmak zorundayım. Bunun için şu an bunları sana sorabiliyorum. Ve sen bu yüzden bana cevap vermek zorundasın.' diyerek daha da yüklendi.
Kemal, kendini daha da kasarak katlanma kapasitesini arttırmaya çalışıyordu. Başının solundaki ağrı artık dayanılmaz bir hal almıştı. Başındaki bağımsızlık an meselesiydi. Dayanmaya kararlıydı. Şefi tatmin edecek biat içeren sözcüklerle bir cümle kurmaya çalıştı.'Evet doğru söylüyorsunuz. Benim de bunları dinlemek için daha dikkatli olmam gerekecek. Şimdi masama geçebil..' O sırada şef Kemal'in sözünü yine kesti. 'Bunları dinlemek istemiyorum. Tolerans göstermem için bir sebep söyle bana.' dedi şef. Kemal, giderek sınanan sabrının kurbanı olması an meselesiydi. Sakinliğini kaybediyordu. Özgüvenli bir ses tonu ve tavırla 'Sebep mi? Bilemiyorum. Tek bildiğim artık masamın başına geçmek. İşlerimin daha da geç kalmasını istemezsiniz değil mi?' deyiverdi. Şef bu sözlere sinirlenmişti. Kemal, şefin yanından geçerek masasına yönelmeye çalışınca şef Kemal'i kolundan tutup çekti. Kemal bu ani hareket ile tüm sakinliğini kaybetmişti. Gözlerinden adeta ateş fışkırırcasına kolunu canavardan kurtarıp bağırmaya başladı.
'Nasıl bir saçmalığın ürünüsün sen be! Senin gibi bir kafanın içinde yaşayacağıma şu lanet gökdelenlerin en tepesinden kendimi aşağıya atıp paramparça etmeyi yeğlerdim. Her gün sen ve senin gibi insanlık hainleri tüm bu insanların aklını (Dairedeki çalışanları göstererek)yok ettiniz. Perişan ettiniz! Hepimizi ruh hastası ettiniz. İnancımızı, umudumuzu, neşemizi her şeyden önemlisi insanlığımızı kaybettirdiniz, kendiniz kaybettiğiniz yetmiyormuş gibi! Her gün başkalarına yaltaklanarak köpeklik etmekten gocunmadan başkalarının da size köpeklik etmesini bekliyor, istiyorsunuz. Dünya üzerindeki hiç bir mahluk sizin kadar ne alçalmış, ne de yerlerde onursuzca sürünmüştür. Siz tarihin görüp görebileceği, insanlığın ulaşabileceği en iğrenç şekle bürünmüş tek gözlü,vicdandan yoksun şaklabanlarsınız! Ve ant olsun ki sizler bu günkü yarattığınız bu bok çukurunda, inleyerek gebereceksiniz!'
Dairedeki herkes Kemal'e bakıyordu. Bu defa o umarsız insanların dikkatini çekmeyi başarmıştı. Artık sakinleşemiyordu. Başındaki ağrının artık ulaşabileceği son raddeye ulaştığını hissediyordu. Görme yetisi bulanmaya, ayaklarındaki güç azalmaya başlamıştı. Bir an dengesini yitirdi ve yere düştü. O an sadece tavanı görebiliyordu. Kendi kendine 'Ölüyorum galiba' diye fısıldadı. Tam o sırada tepeden görüş açısına bir adam giriverdi. Adam Kemal'i kolundan tutarak ayağa kaldırdı ve gülerek 'Hayır dostum ölmüyorsun. Ölüyor olsan bu kadar korkuyu bir arada yaşayacak vakti bulamazdın.' dedi.
Kemal'in baş ağrısı artık dinmişti.
Devam edecek...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bataklarhane
FantasyTüm leş gibi kokan keşmekeşin içerisinde adam gibi, insan gibi yaşamaya çalışanların, yaşamak için seçeceği ve de seçme şansı olmadığı halde bulunmak mecburiyetinde olanların mecburiyetidir Bataklarhane. Olması gerekenlerle yaşamayı seçenleri, yerin...