Amiral

229 14 3
                                    

Amiral

Aldalatin Ranganis, kendi geçmişiyle barışık biriydi. Hayatta yaptığı çok az şeyden pişmandı ve Rilbezeki açıklarında yenilgiye uğrayıp da esir düştüğü o lanetli ana kadar, kendiyle ve yaptıklarıyla gurur duyuyordu. Bütün bu hisler ve kendi başarılarıyla, kendini tatmin etmiş olma hali, tam da o gün, o kara sularda değişmiş, Ald, o günden beri, bütün mürettebatını hayal kırıklığına uğratmaktan, onları ölüme terk etmekten ve kendi aptallığı ve cahilliğiyle yüz yüze kalmaktan başka bir şey yapamamış, o amirale ait gururu, kendini beğenmiş tavrı ve o küçümseyici bakışlarını, o gece, o malum savaş alanında, kaybetmişti. İşte, o yenilginin psikolojik etkileri ve yıkıcı tavrı, bu şekilde sinsice işliyordu: Başta, yalnızca pişmanlık ve hüzün gibi duygusal şekillerde kendini gösteriyor, ancak, Ald'ın, onu izleyen her adımında, daha da fazla afallamasına ve neredeyse tek bir doğru karar bile veremeden, kendi zekasından şüphe etmesine sebep olabilecek kadar genişliyordu. O halde, şöylesi daha iyi bir ifade olmalıydı: Aldalatin Ranganis, kendi uzak geçmişiyle barışık biriydi. Hayatının en büyük yenilgisini takip eden günlerde, Ald, birbirinden fena başarısızlıklara ve ölümlere sebep olmuş, en çok gurur duyduğu bilgi birikiminin ve yeteneklerinin, o andan beri, karada karşı karşıya geldiği durumlarda, yetersizliğine şahit olmuştu. Ve böylece anladım ki, aslında ben hiçbir şey bilmiyorum. Hizmetkarlarım sanarak, kendimi, kendilerinden üstün gördüğüm mürettebatım, aslında her biri, her türlü farklı dalda benden daha başarılı, benden daha bilgiliymiş de, ben meğer yalnızca, dalgalar ve deniz hakkında birkaç şey biliyormuşum.

Ald, kendi uzak geçmişiyle öylesine barışıktı ki, bundan on ya da yirmi yıl önce olan spesifik olayların çoğunu anımsayamıyor, yalnızca, genel gidişatları itibariyle, olumlu ve mutlulukla dolu anılar olduğunu hatırlıyordu. Oysa her şey, o günden sonra ne denli değişmişti? Ald'ın mutluluk ve belirsizlikle dolu anıları, ansızın korkunç detaylara ve en olumsuz duygulara bürünmüş, Ald, artık hiçbir şeyi unutmaz, adeta her şeyden pişman, acınası bir hale gelmişti. Bir şey beni yiyip bitiriyor. diye düşündü, çadırının ince aralığından Gölgesırtı'nı süzerken. Bütün o olanların, hiç olmamış olması için, nasıl da her şeyimi öylece feda ederdim! Vardahin'le yalnızca bir gece daha, birer fıçı rom eşliğinde sohbet edebilmek için... Ah, onunla o son gününde nasıl da kavga ettik!

Bu düşüncelerin onda yarattığı huzursuzluk ve öfke haliyle ayağa fırlayan Ald, dışarı, toprağı tamamen örtmüş karın üzerine, adeta bütün köyle yüzleşecek şekilde çıktı. Aldığı ilk nefes ve o soğuk havanın, tenine ilk teması, onu ürkütmüştü ama sıcaklık istemiyordu o; kendini, işlediği suçlardan dolayı, zayıf anlamlarda cezalandırmak istiyor, şu an, şimdi üşümeyi, gayet hakettiğini sanıyordu; bu üşümenin, onu suçlarından arındıracağını. Bir süre, böyle boş boş dolandı ve bakışlarını, sırayla, köyden orduya, ordudan köye çevirdi. İkisinin de onun üzerinde yarattığı izlenimler, anlatılmalıysa; Gölgesırtı, başarısız olmuş, bir savaşta yenik düşmüş bir askeri andırıyordu. Adeta, tamamen boş gibi görünen köyün, artık çanları çalmıyor, çocukları sokaklarda oyunlar oynamıyordu. Ald'ın duyduğuna göre, hayatta kalmak için, geriye kalan bütün mal varlıklarını toparlayarak, Korvonsvile'a iltica etmeye hazırlanan halk, geleceklerinin belirsizliğinin korkusu etkisinde, dağın arka tarafında belirlenen bir güvenli bölgede toplanıyorlar, durumlarının vahim halinden gayet haberdar, umutsuzca, geleceklerini ve çocuklarını kurtarmaya çalışıyorlardı. Gölgesırtı'nın bu hali, Ald'ı üzüyordu, çünkü bütün bunların olmasından o, yine kendini sorumlu tutuyor, o buraya gelmesiydi, bu ordunun da burada olmamış olacağını gayet iyi biliyordu.

Diğer yandan Elf ordusu, gururla ve son zamanlarda elde ettikleri bu zaferlerinin kıvancıyla, kamp alanında kutlamalar yapıyorlar, sıcak kalabilmek için, romla doldurdukları maşrapaları hızla boğazlarından aşağı döküyorlardı. Sevinçliydiler; bu kadarı belliydi. Sayıları, adeta, o arkasında saklandıkları tepeden gözüktüğünden bile daha fazla, bu kıvanç, bu kudretli Elf ordusu, Leandrianna askeri kuvvetleri, bu cephede de cücelere karşı bir zafer kazanmış, Gölgesırtı'nı ele geçirmeyi başarmışlardı; bu kadarı, herkes tarafından biliniyor, hiçkimse, bu vakitten sonra, olayların tersine dönmesine olanak vermiyordu. Bunlar böyleydi, ama Ald, güya kazanan tarafta olmasına rağmen, neden kendini, silah arkadaşları kadar sevinçli, güçlü, kuvvetli hissetmiyordu ki? Neden keyfi yerinde değildi de, bu kalabalığın arasına karışmıyor, o tepenin arkasında yaptığı gibi, dövüşler izleyerek, rom içmiyordu? Çünkü, diye düşündü, karşısındaki manzaranın eşiğinde, halihazırda suçlu hissetmekten başka, adeta bundan da öte, kendini hüzünlü ve çaresiz hissederken. Değer verdiğim herkesi kaybettim. Vardahin, benim en yakın dostlarımdandı ve onun cesedini o ormanda bıraktım. Jerillion, bana ihanet etmedi hayır, ben yalnızca, onu yeterli miktarlarda tanıyacak kadar değer veremedim ona. Frazenir, gözlerimin önünde öldürüldü ve şimdi, bu insanlara yalnızca acıyorum.

Beyaz SavaşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin